Prag’ta Jazz Gecesi

Published On: Ekim 21, 201724,1 min readBy Categories: Gezi - Seyehat

Budapeşte’deki büyüleyici birkaç günün ardından sabah erken saatlerde Prag’a doğru yola çıktım. “Bakalım, Prag da beni büyüleyecek mi?” diye düşündüm. Tren yolculuğu hem rahat hem de Avrupa’nın eşsiz doğa manzaralarını izleme fırsatı sundu. “Ne kadar da güzel manzaralar var,” diye iç geçirdim. “Belki de bir gün, bu manzaraların her birini fotoğraflarım.” Tren, öğleden sonra Prag’a vardı. Şehre yaklaşırken kırmızı çatılar, tarihi köprüler ve Vltava Nehri’nin sakinliği beni karşılamaya başladı. “İşte Prag,” dedim içimden heyecanla, “sanki bir masal şehrine geldim.” İstasyondan çıkıp Airbnb’den kiraladığım eve doğru yürümeye başladım. Ev, tren istasyonuna yakın, sessiz bir sokakta yer alıyordu. Akşamüstü saatlerinde Prag’ın meşhur altın ışığı binaları yumuşakça aydınlatıyordu. Sokaklarda yürürken hem şehrin tarihi havasını hem de modern yaşamın izlerini fark etmek mümkündü. “Bu şehir, hem eskiyi hem de yeniyi ne kadar güzel bir arada tutuyor,” diye düşündüm. “Belki de ben, buranın fotoğraflarını çekerek, bu dengeyi daha iyi yansıtabilirim.”


Airbnb’de İlk İzlenimlerim: Sıcak Bir Karşılama
Eve vardığımda beni temiz ve düzenli bir ortam karşıladı. Airbnb’de kalmak, seyahatlerimde genelde tercih ettiğim bir seçenek, çünkü ev ortamı sunması ve rahat hissettirmesi benim için önemli. “Kendimi evimde gibi hissediyorum,” diye içimden geçirdim. Ev geniş, aydınlık ve modern bir şekilde dekore edilmişti. Yerlerde parke, mutfakta modern eşyalar ve oturma alanında konforlu bir kanepe vardı. Yatak odası ise sade ama oldukça şıktı; temiz beyaz çarşaflar ve yumuşacık bir yastık beni bekliyordu. Uzun bir yolculuktan sonra, böyle bir ortamda kendimi hemen rahat hissettim. Pencereden dışarı baktığımda şehrin taş döşeli sokaklarını, park etmiş birkaç tramvayı ve arka planda yükselen tarihi binaları görebiliyordum. “Prag’a geldiğimi artık iyice hissetmeye başlamıştım,” diye düşündüm. “Bu şehir, sanki bana ‘Hoş geldin’ diyor. Belki de bu pencere, benim için yeni bir ilham perdesi olacak.” “Umarım burada da Budapeşte’deki gibi güzel anılar biriktirebilirim ve belki de bu şehir, fotoğrafa olan tutkumu daha da derinleştirir.”


Yerel Para Birimiyle Tanışma: İlk Adım
Prag, Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen Euro yerine kendi para birimi olan Çek Korunası (CZK) kullanıyor. Bu nedenle dışarı çıkmadan önce biraz yerel para bozdurmam gerekti. Neyse ki istasyona yakın bir döviz bürosu bulmak hiç zor olmadı. “Bu işi de hemen halletmeliyim,” diye içimden geçirdim. Euro’mu Çek Korunası’na çevirirken hızlı bir matematikle kafamda oranları hesaplamaya çalıştım. İlk başta biraz karmaşık gibi gelse de döviz kurları oldukça açıktı. Bu küçük para bozdurma macerası, aynı zamanda Prag’ın ekonomik düzenine ve günlük hayatına bir adım atmama vesile oldu. Bozdurduğum parayı alırken, elimdeki Çek Korunası banknotlarının tasarımlarına dikkatlice baktım. Hepsi tarihî figürlerle süslenmişti ve oldukça estetik bir görünüme sahipti. “Bu para bile, bu şehrin ne kadar köklü bir geçmişe sahip olduğunu anlatıyor,” diye düşündüm. “Belki de bu banknotlar, benim Prag’ı daha yakından tanımamı sağlayacak küçük birer anahtardır.” “Belki de bir gün, bu şehrin para biriminin hikayesini de anlatırım.”


Prag’da İlk Keşif: Şehrin Büyüsüne Kapılmak
Para işini hallettikten sonra şehrin sokaklarında kısa bir yürüyüşe çıktım. İstasyona yakın bu bölgede, hem yerel halkın günlük hayatına hem de şehri keşfetmeye gelen turistlerin coşkusuna tanıklık ediyordum. Gün batımı, Prag’a mistik bir atmosfer katmıştı. Hafifçe serinleyen hava, tarihi yapılar arasında dolaşırken insanın ruhunu dinlendiren bir his uyandırıyordu. Günün yorgunluğu yavaş yavaş üzerime çökerken eve dönüp dinlenmeye karar verdim. Pencereden dışarı bakıp Prag’ın akşam ışıklarıyla aydınlanan sokaklarını izlerken, bu şehrin bana daha neler sunacağını merak ediyordum. İlk izlenimlerim oldukça olumlu, Prag’ın büyüleyici havasını keşfetmek için sabırsızlanıyordum. Yarın beni Vltava Nehri kıyısında uzun bir yürüyüş ve meşhur Karl Köprüsü’nün altındaki masalsı manzaralar bekliyordu. “Bu şehri, daha yakından tanımak istiyorum,” diye içimden geçirdim. “Belki de Prag, benim için yeni bir ilham kaynağıdır ve fotoğraflarım aracılığıyla, bu şehrin büyüsünü insanlara aktarırım.”


Prag’da Cazın Kalbi: Jazz Republic
Akşamın ilerleyen saatlerinde, daha önce müzisyen arkadaşlarımın sıkça bahsettiği Jazz Republic Bar’a gitmek üzere yola çıktım. “Belki burada, yeni insanlarla tanışırım ve hayatıma yeni bir melodi katabilirim,” diye düşündüm. Prag’ın Old Town bölgesinde, tarihi sokakların arasında gizlenmiş bu mekân, caz severler için bir buluşma noktası olarak biliniyor. Bar, dışarıdan bakıldığında sade bir tabelayla kendini belli ediyordu. Ancak içeri girdiğimde, atmosferin tamamen farklı olduğunu hemen anladım. “Burası farklı bir atmosfere sahip olacak gibi,” diye içimden geçirdim. “Bakalım, cazın büyüsü beni nasıl etkileyecek? Belki de bu gece, beni yepyeni bir dünyaya götürür, ve fotoğrafa olan bakış açımı değiştirir.” “Belki de ben, bu mekanda, yeni bir hikaye yakalarım.”


Cazın Kalbinde Bir Tarih: Jazz Republic
Prag’ın caz tarihine tanıklık eden bir mekân. 1920’lerde inşa edilen bu bina, başlangıçta bir tiyatro salonu olarak kullanılmış, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra caz kulübüne dönüştürülmüş. Bu dönemde, Prag’ın caz sahnesi önemli bir merkez haline gelmiş ve birçok ünlü caz sanatçısı burada performans sergilemiş. Bar, o günden beri cazın kalbi olarak bilinir ve birçok yerel ve uluslararası müzisyeni ağırlamaya devam eder. Duvarlardaki fotoğraflar ve afişler, bu mekânın zengin geçmişine birer saygı duruşu niteliğinde. “Bu mekan, sadece müzik yapmak için değil, aynı zamanda bir tarih yazmak için de var,” diye düşündüm. “Ve belki de benim fotoğraflarım da, o tarihin bir parçası olabilir.”


Jazz Republic’e İlk Adım: Geçmişe Yolculuk
Bar, tarihi bir binanın alt katlarında yer alıyor. Girişten itibaren merdivenler sizi aşağıya doğru üç kat indiriyor. “Sanki bir yeraltı dünyasına iniyorum,” diye düşündüm. Her katın duvarları, Prag’ın eski caz kültürünü yansıtan siyah-beyaz fotoğraflar ve afişlerle süslenmiş. Mekânın duvarlarında hafifçe kararmış tuğla dokusu ve loş ışıklar, nostaljik bir hava yaratıyor. Aşağı indikçe, sahneden gelen hafif bir saksafon melodisi duyulmaya başlıyor ve sizi cazın büyülü dünyasına hazırlıyor. “Bu müzik, beni adeta büyülüyor,” diye iç geçirdim. “Umarım burada, daha önce hiç yaşamadığım bir deneyim yaşarım. Ve bu anları, fotoğraflarımla ölümsüzleştiririm.” Barın ana salonuna vardığımda sıcak ve samimi bir ortamla karşılaştım. Sandalyeler ve masalar ahşaptan, hafif eskimiş ama bir o kadar da otantik bir hava taşıyor. Yer yer minderlerle kaplanmış banklar, kalabalığın daha rahat bir şekilde oturmasını sağlıyor. Mekânda, yoğun bir kahverengi ve kırmızı ton hakim. Sahnede performans sergileyen grup, tam bu nostaljik atmosferi tamamlayan bir görüntü sunuyor. “Buraya bayıldım,” diye içimden geçirdim. “Bu mekan, resmen bir zaman tüneli ve ben, bu tünelin sonunda, kendimi yepyeni bir insan olarak bulacağım ve fotoğrafa yeni bir pencere açacağım.” “Belki de burası, fotoğraf tutkumun yeni bir başlangıç noktası.”


Caz Grubunun Performansı: Müziğin Büyüsü
Sahnede üç kişilik bir caz grubu vardı: bir saksafon sanatçısı, bir elektro gitarist ve davulcu. “İşte başlıyor,” diye içimden geçirdim. Saksafonun kadifemsi melodileri, elektro gitarın modern dokunuşlarıyla birleşiyor ve arkada davulun yumuşak ritmiyle büyüleyici bir atmosfer yaratıyordu. Performansları hem sakinleştirici hem de canlandırıcıydı. Arka planda mekânın diğer konukları, bu müziği sessizce dinlerken başlarını ritme hafifçe sallıyorlardı. Arada birkaç kişi, kendi aralarında mırıldanarak çalan parçaları tanıdıklarını belirtiyor, bu da müzikle kurulan kişisel bağın güzel bir göstergesi oluyordu. “Bu müzik, benim ruhumu okşuyor,” diye iç geçirdim. “Sanki her bir nota, kalbime dokunuyor ve beni yepyeni bir dünyaya götürüyor. Belki de benim yolculuğum, bu müzikle yeni bir anlam kazanacak, ve benim fotoğraflarım da, bu anın hislerini yansıtacak.”

Cazın Ritmi ve Işığın Dansı:
Saksafonun hüzünlü melodisi, sanki yağmur damlalarının cama vuruş sesini andırıyordu. Elektro gitarın modern tonları, mekanın loş ışıklarıyla uyumlu, sahnedeki spotların neon parıltıları gibiydi. Davulun yumuşak ritmi ise mekânın kalbi gibiydi, adeta içten içe atan bir nabız gibiydi. Bu müzikle birlikte ortamın kokusu, ahşabın ve eski zamanların hafif bir karışımı gibiydi. Ve o anda, ben sadece müzik dinlemiyordum, müziği hissediyordum. “Bu mekan, sadece bir müzik kulübü değil, adeta bir duyusal deneyim,” diye içimden geçirdim.

Sahnede performans sergileyen caz grubunu izlerken, hemen fotoğraf makinemi çıkardım. Müzik devam ederken, saksafon sanatçısının yüzündeki ifadeyi, gitaristin parmaklarının teller üzerindeki dansını ve davulcunun ritme kendini kaptırmış halini fotoğrafladım. Loş ışıklar, cazın melankolik atmosferini çok güzel yansıtıyordu. O an, bu anları sadece kaydetmek değil, aynı zamanda o anki duygularımı fotoğraflarıma yansıtmak istediğimi hissettim. İşte tam o anda, fotoğraf tutkumla, hikaye anlatma tutkumun birleştiğini fark ettim. Belki de Ulfajihu’nun bana öğrettiği şey, işte tam da buydu.”

El Yapımı Biraların Tadına Bakmak: Lezzet Keşfi
Mekâna özgü bir diğer özellik de el yapımı biralarıydı. “Burada sadece müzik değil, biralar da konuşuyor,” diye düşündüm. Menüde farklı türlerden birçok bira vardı; her biri yerel tariflerle hazırlanmış ve Prag’a özgü aromalar içeriyordu. Garsonun önerisiyle, karamelli ve hafif kavruk bir aromaya sahip koyu renkli bir bira sipariş ettim. “Umarım bu öneri, beni hayal kırıklığına uğratmaz,” diye düşündüm. Bardaktan yükselen hafifçe malt kokusu, tadını merakla beklememi sağladı. İlk yudumda hafif acılık ve karamelsi tat, damağımda mükemmel bir denge kurdu. “Bu ne kadar da eşsiz bir lezzet,” dedim içimden. Yan masadaki bir çift ise meyvemsi bir bira deneyerek birbirleriyle tadım notlarını paylaşıyordu. “Ne kadar da güzel bir paylaşım,” diye düşündüm. Bar, sadece caz müziğiyle değil, bu özel biralarıyla da bir kültür yaratmış gibiydi. “Bu bira, Prag’ın ruhunu taşıyor,” dedim içimden. “Bu tadı, uzun süre unutmayacağım. Belki de ben, bu şehirde, yeni lezzetler keşfetmeye devam etmeliyim.”

Biranın Tadı:
Bira, dilimde hafif bir acılık bırakırken, karamelli tatlar damağımı okşuyordu. Sanki içimde bir sıcaklık ve huzur hissi uyandırıyordu. Bardaktan gelen hafif malt kokusu, eski ahşabın ve caz müziğinin hafif kokusuyla karışınca, adeta büyülü bir etki yaratıyordu. “Bu bira sadece bir içecek değil, aynı zamanda mekanın ruhunu yansıtan bir lezzet,” diye düşündüm. “Belki de ben, bu lezzetlerin de hikayesini anlatmalıyım.”


Jazz Republic’te Geçen Zaman: Huzur ve Samimiyet
Barın içindeki insanlar, mekânın atmosferine uyum sağlamıştı. Gelenlerin çoğu orta yaş grubundaydı, sakin ve kültürlü bir duruş sergiliyorlardı. Herkesin yüzünde hafif bir gülümseme vardı; burası, müziğin ve sohbetin rahat bir şekilde birleştiği bir yerdi. Garsonlar samimi ve ilgiliydi; sahneye yakın oturduğum için arada bir gelip bira ya da atıştırmalık isteyip istemediğimi soruyorlardı. Masalara konulan mum ışıkları, loş ortamı daha da sıcak hale getiriyordu. “Bu ne kadar da huzur verici bir atmosfer,” diye düşündüm. “Burada zaman durmuş gibi. Belki de bu gece, kendimi tamamen müziğe ve bu şehrin atmosferine bırakmalıyım. Belki de ben, buradaki insanların hikayelerini dinlemeliyim ve belki bir gün, onların hayatlarına fotoğraflarım aracılığıyla dokunabilirim.”


Jazz’ın Sihri: Müzikle Bütünleşmek
Müzik devam ettikçe sahnedeki grup, doğaçlama performanslarla dinleyenleri mest etti. Saksafon sanatçısı, ara sıra uzun ve duygusal sololarıyla seyircileri adeta hipnotize ediyordu. “Bu saksafon, sanki bir ruh gibi,” diye içimden geçirdim. Elektro gitarın daha modern tonları ise parçaları bir adım öteye taşıyor, davulun dengeli ritmi bu uyumu mükemmel şekilde tamamlıyordu. Bu büyüleyici atmosferde zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim. “Bu müzik, benim ruhumu okşuyor,” diye içimden geçirdim. “Sanki her bir nota, kalbime dokunuyor ve beni yepyeni bir dünyaya götürüyor. Belki de benim yolculuğum, bu müzikle yeni bir anlam kazanacak, ve belki bu gece, içimde bastırdığım duygular, bu cazın büyüsüne kapılarak ortaya çıkacak.” “Belki de ben, bu müzikle, kendi iç sesimi daha net duyacağım.”


Jazz Republic’ten Norveçli Bankacılarla Eğlenceli Bir Gece: Beklenmedik Bir Karşılaşma
Jazz Republic’te geçirdiğim keyifli saatlerin ardından kapıya çıktığımda, yağmur hafif çiselemeye devam ediyordu. “Şimdi eve dönme zamanı,” diye düşünürken, kapının önünde oldukça enerjik bir grup dikkatimi çekti. Eğlenceli kahkahalar atıyor, birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Hemen yanımdan geçerken içlerinden biri bana dönüp, “Merhaba, sen de yalnız gibi görünüyorsun, bize katılmak ister misin?” dedi. “Ne kadar da samimi bir davet,” diye içimden geçirdim. Bu davet, içten bir gülüşle geldiği için tereddüt etmeden sohbete dahil oldum. “Neden olmasın? Belki bu gece, daha da eğlenceli bir hale gelebilir ve bu beklenmedik karşılaşma, beni yepyeni hikayeler keşfetmeye götürür,” diye içimden geçirdim. “ Belki de bu gece, bir fotoğrafçı olarak, hayatın her anına daha iyi odaklanmayı öğreneceğim.”


Norveç’ten Bankacılar: Yeni Bir Macera
Grup, Norveç’ten bir toplantı için Prag’a gelmiş bankacılardan oluşuyordu. “Bu ne kadar ilginç bir tesadüf,” diye düşündüm. İşlerini bitirmişler ve geceyi eğlenceli bir şekilde değerlendirmek istiyorlardı. Aralarından biri, bir uygulamadan bahsetti. Bu uygulama, şehirdeki turistlere gece hayatını tanıtmak için özel rehberler ayarlıyordu. “Rehber, eğlenceli bir çift olarak geliyor ve bizi Prag’ın en iyi gece kulüplerine, barlarına ve gizli köşelerine götürüyor,” diye açıkladılar. Benim de katılabileceğimi söylediklerinde, “Neden olmasın?” dedim. “Belki bu gece, Prag’ın başka bir yüzünü keşfederim ve belki de ben, bu gece, hayatın farklı tonlarını deneyimlerim,” diye düşündüm. Uygulama üzerinden ücreti kolayca ödedim ve grup heyecanla rehberlerin gelmesini beklemeye başladı. “Bu ne kadar da beklenmedik bir şey,” diye düşündüm. “Sanki hayat, bana yeni bir macera sunuyor. Tahta kurularının yarattığı kabustan sonra, hayatım yeniden renklenecekmiş gibi.” “Ve belki de, bu macerayı fotoğraflarımla, herkese anlatacağım.”


Rehberlerin İlginç Girişi: Şov Başlıyor
Kısa bir süre sonra rehber çift geldi ve onları görür görmez şaşkınlıkla karışık bir kahkaha attım. “Bu da neydi böyle?” diye içimden güldüm. İkisi de oldukça ilginç ve renkli kostümler giymişti. Kadın rehber uzun, parlak bir kırmızı elbise ve başında tüylü bir şapka takmıştı. Erkek rehber ise kocaman bir papyon, mor bir ceket ve pırıl pırıl bir fötr şapka ile adeta bir şov dünyasından fırlamış gibiydi. İkisi de enerjik ve oldukça sempatikti. “Hazırsanız Prag’ın en renkli gece hayatını keşfetmeye gidiyoruz!” dediler. “Bu ne kadar da eğlenceli bir başlangıç,” diye düşündüm. “Belki de bu gece, Budapeşte’deki tahta kurularından sonra, bana bir tür şifa olacak. Ve belki de ben, hayatın eğlenceli yüzünü yeniden hatırlayacağım.” “Belki de bu gece, benim hayatımın bir tiyatrosu gibi olacak.”

Rehber çift, sadece kostümleriyle değil, aynı zamanda enerjileri, mizah anlayışları ve şakalarıyla dikkat çekiyordu. Kadın rehberin adı Eliska idi ve o, Prag’da doğup büyümüş, şehirdeki tüm gizli mekanları ve hikayeleri biliyordu. Eliska, hem cazibeli hem de zekiydi ve her an bir sürpriz yapmaya hazırdı. Erkek rehberin adı ise Jan’dı ve o, Prag’a taşınmış bir tiyatro oyuncusuydu. Jan, teatral hareketleri, komik anlatımı ve sürekli taklitler yapmasıyla ortamı her zaman neşelendiriyordu. Eliska’nın keskin zekası ve Jan’ın teatral yeteneği, grubu hiç sıkmadan, sürekli eğlendirmeyi başarıyordu. “Bu rehberler, gerçekten de işlerini biliyorlar,” diye düşündüm. “Onların hayat hikayeleri de ne kadar da ilginç. Belki bir gün, onların hayatlarını da fotoğraflarım.”


Geceyi Başlatıyoruz: Kokteyller, Sohbetler ve Yeni Yollar
İlk durak, Old Town’daki bir kokteyl barıydı. Rehberler, hem mekân hakkında bilgiler veriyor hem de bize özel içecek önerilerinde bulunuyorlardı. “Sanki bir rehberli turdayım ama bu sefer, gece hayatı turu,” diye düşündüm. Barın içi klasik bir Art Deco tasarımına sahipti ve menüde Prag’a özgü tatlar dikkat çekiyordu. “Bu bar da, çok şık,” diye içimden geçirdim. “Belki de burada, Prag’ın gizli kokteyllerini keşfederim ve yeni tatlar denerim.” Burada biraz vakit geçirdikten sonra rehberler bizi daha farklı bir atmosfere sahip bir mekâna götürmek üzere yola çıkardı. Yolda rehberlerin enerjisi hiç düşmüyordu. Prag’ın sokaklarında yürürken, her köşe başında şehir hakkında eğlenceli hikayeler anlatıyor, arada bizi durdurup komik grup fotoğrafları çekiyorlardı. Norveçli grup da oldukça samimi ve eğlenceliydi; sürekli şakalar yapıyor, Prag’a dair merak ettiklerini rehberlere soruyorlardı. “Sanki ben de, bu gruba çoktan katılmış gibiyim,” diye düşündüm. “Belki de ben, her yerde, yeni dostluklar kurabilen bir insanım ve belki de bu yolculukta, yeni bir benlikle tanışıyorum.”

Kokteyl Barda
Kokteyl barda, hafif bir nane kokusu, karışık meyvelerin tatlı rayihası ve buzların şıngırtısı birbirine karışıyordu. Duvardaki aynalara vuran renkli ışıklar, ortamın canlılığına canlılık katıyordu. Bardaki müzik, düşük sesle çalınıyordu ve sohbetleri bölmüyordu. “Bu kokteyl barı, sadece içecekler sunmuyor, aynı zamanda çok güzel bir ambiyans da yaratıyor,” diye içimden geçirdim. “Belki de bu gece, sadece içeceklere değil, bu atmosferin de tadını çıkaracağım.”


Prag’ın Gizli Gece Kulübü: Müzik, Dans ve Özgürlük
Rehberler sonunda bizi “sadece özel misafirlere açık” dedikleri gizli bir gece kulübüne götürdü. Mekân, dışarıdan eski bir apartman gibi görünüyordu, ama içeri girdiğimizde adeta bambaşka bir dünyaya adım attık. “Burası kesinlikle gizli bir cennet,” diye düşündüm. Duvarlar neon ışıklarla kaplıydı, yerlerde geometrik desenli halılar ve devasa bir dans pisti vardı. DJ kabininde bir sanatçı, modern elektronik müzik çalarken, barın etrafında insanlar dans ediyordu. “Burası harika,” diye içimden geçirdim. “Sanki bir başka evrene geldim. Ve belki de bu evrende, kendimi yepyeni bir insan olarak yeniden keşfedeceğim. Ve belki de bu gece, kendimi müziğe tamamen bırakmalıyım.” “Belki de ben, artık fotoğraf makinemle değil, dans pistinde hikayeler anlatmalıyım.” Grup, bu enerjik ortamda hemen dağıldı. Norveçliler dans pistine atladı, ben ise rehberlerin önerisiyle Prag’a özgü bir kokteyl denemeye karar verdim. Kokteyl, absinthe ve limonla yapılan hafif acımtırak bir içecekti ve gerçekten eşsiz bir aroması vardı. “Bu da ne kadar ilginç bir tat,” diye düşündüm. “Prag, beni her an şaşırtmaya devam ediyor. Belki de bu kokteyl, benim yeni başlangıçlarımın sembolü olabilir.”

Gece Kulübünün Enerjisi ve Coşkusu
Gece kulübündeki neon ışıklar, adeta birer renk cümbüşüydü ve her bir renk, farklı bir duygu yansıtıyordu. Elektronik müziğin ritmi, dans pistindeki ayak sesleriyle birleşiyor, herkesi bir trans haline sokuyordu. Kokteylin acımtırak tadı, dilimde uzun süre kalıyor, içimi ısıtıyor ve farklı bir heyecan veriyordu. Kalabalıktan gelen ter kokusu, enerji ve müziğin titreşimi adeta tüm vücudumu sarmıştı. “Bu gece kulübü, sanki bütün duyularımı harekete geçirdi,” diye düşündüm. “Belki de bu gece, kalbimin sesini daha iyi duyacağım. Ve belki de, ben de kendimi bu müziğe ve dansa bırakmalıyım.”

Gece kulübünün ortasında, Norveçli gruptan biri, dans ederken takılıp düşecek gibi oldu. Neyse ki hemen yakalandı ve kimse zarar görmedi. O an, hepimiz birlikte kahkahalarla güldük. O an, müziğin ve dansın yarattığı enerjiye kapılırken, hayatın beklenmedik anlarıyla daha da yakınlaştığımızı hissettim.

Gece kulübünün neon ışıkları ve dans eden insanların enerjisini yakalamak istedim. Tripod kullanmadan, daha hareketli, daha dinamik kareler yakalamaya çalıştım. Bu fotoğrafların, o anki duygularımı ve coşkumu, daha iyi yansıtabileceğini düşündüm. Belki de bu, Ulfajihu’nun bana öğrettiği bir dersti, ve belki de ben, fotoğrafı sadece bir belge olarak değil, aynı zamanda bir duygu aktarıcı olarak da kullanabilirdim. “Belki de ben, artık sadece fotoğraf değil, bir ressam da olabilirdim.”

Geceye Damga Vuran Anlar: Eğlencenin Dorukları
Gece ilerledikçe rehber çiftin sürprizleri bitmek bilmedi. Bir ara bize kısa bir salsa dersi verdiler ve herkes sahnede birbirine eşlik ederek dans etti. “Sanki hayatımın filminde, dans etme sırası bana geldi,” diye düşündüm. Norveçli grup, şaşırtıcı derecede uyumluydu ve arada komik figürlerle dans pistine renk kattılar. Bu sırada ben, bir köşede Prag’ın gece hayatının ne kadar çeşitli ve eğlenceli olduğunu düşünüyor, anın tadını çıkarıyordum. “Bu geceyi, her anıyla hatırlayacağım,” diye içimden geçirdim. “Bu şehir, sadece tarihiyle değil, gece hayatıyla da çok etkileyici. Belki de ben, artık fotoğraf makinem yerine, bazen kalbime ve duygularıma kulak vermeliyim.” “Belki de bu gece, Ulfajihu’nun bana öğrettiği şeyi anlamaya başladım. Belki de ben, sadece fotoğraflara değil, hayata da daha çok odaklanmalıyım. Belki de ben, artık anları yaşamalıyım.”


Gecenin Sonu ve Yeni Dostluklar: Umut Veren Vedalar
Saatler ilerledikçe yorgunluk kendini hissettirmeye başladı. Rehberler bizi tekrar Old Town meydanına kadar getirdi. Norveçli grup, “Bu gece inanılmazdı, sen de aramıza katıldığın için çok memnun olduk!” dedi. Telefonlarımızı değiş tokuş ettik ve onların Norveç’te olduğunu duyunca, “Bir gün Norveç’e gelirsem kesinlikle sizinle buluşmak isterim,” dedim. Onlar da Prag’dan sonraki tatilimde beni kesinlikle Norveç’e beklediklerini söylediler. “Belki de o zaman, bu hikayeyi bir de onların gözünden öğrenirim,” diye düşündüm. Bu gece, sıradan bir bardan çıkıp rehberlerle Prag sokaklarında başlayan bir macera olarak hafızama kazındı. İnsanlarla bağ kurmanın, farklı kültürlerden dostluklar yaratmanın keyfini bir kez daha hissettim. “Belki de bu karşılaşma, hayatımda yepyeni bir sayfa açacak,” diye düşündüm. Şimdi Prag sadece tarihi bir şehir değil, aynı zamanda unutulmaz anılarla dolu bir yolculuk noktası oldu. “Ve belki de ben, bu yolculuk sayesinde, kendimi daha iyi tanımaya başlıyorum.” “Belki de ben, bu gece, kendime bir söz verdim. O da, hayatımın hikayesini yazmaya devam etmek.”


Daveti Unutmadım: Bir Sonraki Macera
Son olarak, “Eğer yolunuz Türkiye’ye düşerse, özellikle Antalya’ya mutlaka gelin. Size sahillerimizi ve yemeklerimizi göstermek isterim,” diyerek onları davet ettim. “Ben de, onların bu unutulmaz gecede, hayatlarına bir renk katmıştım,” diye düşündüm. Grubun lideri, “Antalya harika bir fikir, belki bir sonraki tatilimizde seni şaşırtırız!” dedi. Bu gece, sıradan bir bardan çıkıp rehberlerle Prag sokaklarında başlayan bir macera olarak hafızama kazındı. İnsanlarla bağ kurmanın, farklı kültürlerden dostluklar yaratmanın keyfini bir kez daha hissettim. “Belki bu davet, gelecekte beni yepyeni maceralara sürükleyecek, ve belki de ben, hayatımın yeni bir bölümünü, Norveç’te yazacağım,” diye içimden geçirdim. Şimdi Prag sadece tarihi bir şehir değil, aynı zamanda unutulmaz anılarla dolu bir yolculuk noktası oldu. “Ve belki de ben, bu yolculuktan sonra, bambaşka biri olarak döneceğim.” “Belki de bu gece, benim hayatımı değiştiren bir başlangıçtı. Belki de ben, şimdiye kadar sadece fotoğraflara değil, kalbimin sesine de kulak veriyorum.” “Ve belki de ben, artık kendime yepyeni bir söz verdim. O da, hikayemi yazmaya devam etmek.”

Norveçli bankacılarla kurduğum bu sıcak dostluk, bana yeni bir umut ve heyecan vermişti. Telefonlarımızı değiştiğimizde, içimde bir gün onların Norveç’teki yaşamlarına konuk olma ve belki de o anları fotoğraflama hayali belirdi. Ya da belki, bir gün o neşeli grubu Antalya’da misafir eder, onlara Türkiye’nin güzelliklerini gösterirdim. Bu gece, sıradan bir karşılaşmanın ötesine geçmiş, hayatımın yeni bir yönünü işaret eder gibiydi. Prag’daki bu caz gecesi, aslında hayatımın ritmini değiştiren, yeni notalar eklediğim bir besteye dönüşmüştü ve bu besteyi, tüm dünyayla paylaşmayı arzuluyordum. “Belki de ben, bu hikayeyi, herkese anlatmalıyım.”

İçeriklerden Haberdar Olun!

Yeni eklenen içeriklerin mail adresinize gelmesini ister misiniz?

Bunlarda İlgini Çekebilir