Özelleştirilmiş Ses Oynatıcı

 

Selamlar.

İlgilendiğim bazı şeyler var. Sinema kuramı, senaryo mekaniği, sanat akımları, jazz müzik, finans teorisi, python, yapay zeka, makine öğrenmesi ve tıpın ilgimi çeken konuları gibi. Bunlar hakkında not düşebileceğim, düşüncelerimi paylaşabileceğim bir alan yaratmak istedim. Birazda hayatın içinden anlar, hikayeler eklerim diye düşünüyorum. Buranın zamanla gelişeceğine inanıyorum, belki de uzun vadede bambaşka bir şeye dönüşür. Neden olmasın?

#python, #deeplearning #tech, #finance, #economy, #art, #cinema,
#photography, #music, #medicine, #dramaturgy, #screenplay
@dremregecer
[email protected]

"Kadınlar Yanımızda",
tüm müzik platformlarında.

Yeni Şarkı Yayında...
Ülkemizde kadına yönelik şiddet olaylarının artması, umutsuzluğu da hep beraberinde getirdi. Bir gün ablamla bu konu üzerine uzun uzun konuşurken, bana ispanyolca bir kadın hareketi şarkısından bahsetti. Hem eğlenceli hem de meydan okuyan sözleri vardı; bu beni çok etkiledi. Şarkının enerjisi ve mesajı, umutsuzluğun yerini kararlılığa bırakabileceğini gösteriyordu. Bu şarkıdan esinlenerek sözler yazmaya başladım. Sonunda bu şarkıyı yazdım ve kaydettim.

"Kadınlar Yanımızda" şarkısını tüm müzik platformlarında dinleyebilirsiniz.

gecerinsight

 

Hangi Kamera


Fotoğrafçılığa İlk Adım; Akıllı Telefon

 

Birçok arkadaşım son dönemde fotoğrafçılığa ilgi duyuyor ve sık sık bana "Hangi makineyle başlamalıyım?" diye soruyorlar. Ben ise artık şöyle diyorum: Günümüz telefonları, fotoğrafçılık tutkusuna başlamak için fazlasıyla yeterli. Akıllı telefonlar artık öyle gelişmiş durumda ki, ISO, pozlama, beyaz dengesi gibi ayarları manuel yapabiliyor, hatta profesyonel mod ile çekim yaparak çekim sürecini yönetebiliyorsunuz. Kısacası, artık cepte taşınabilen bu cihazlar sayesinde, fotoğrafçılığa başlamak için devasa lensler veya pahalı ekipmanlar gerekmiyor. Önemli olan anı yakalayabilmek ve çekim sürecinde bazı şeyleri ve duyguları keşfederek ilerlemek. Günümüzde bu deneyimi yaşamak için, cebimizdeki akıllı telefonlar harika bir başlangıç noktası sunuyor. Kısacası, artık cepte taşınabilen bu cihazlar sayesinde, fotoğrafçılığa başlamak için devasa lensler veya pahalı ekipmanlar gerekmiyor.

Telefonların sunduğu taşınabilirlik ve kullanım kolaylığı da cabası. Fotoğrafçılığa başlamak isteyen biri için anında her yere taşınabilen, hızlıca anı yakalayan ve bu anları kolayca düzenleyip paylaşabilen bir cihaz olması, öğrenme sürecini bence hızlandırıyor. Üstelik, telefonlar sayesinde fotoğrafçılığın temel tekniklerine hâkim olduktan sonra, daha profesyonel bir kameraya geçmek de çok daha anlamlı hale geliyor. Fotoğrafçılığı öğrenme yolculuğunda, telefonlar temel yetkinlikleri kazanmak için oldukça elverişli bir araç haline gelebilir.

Boğaz kıyısında ablamın iPhone 15 Pro Max telefonu ile yaptığım çekimlerin ardından, gerçekten büyük, ağır ve pahalı profesyonel fotoğraf makinelerine kesinlikle ihtiyaç olmadığına kanaat getirdim. Çünkü eve gelip RAW sonuçlara baktığımda gayet tatmin ediciydi. Özellikle de sosyal medya çağında, görüntüleri saniyeler içinde paylaşabildiğimiz, her anı hızla yakalayıp dünyayla buluşturduğumuz bu dönemde… Çekim esnasında telefonun profesyonel modunu kullanarak ISO, pozlama ve beyaz dengesi gibi detayları manuel ayarladım ve cihazın esnekliğini gözlemledim. Boğaz üzerindeki ışıkların ve İstanbul silüetinin detayları, neredeyse profesyonel makinelerle elde edeceğim seviyede, temiz ve netti. Özellikle sosyal medya için üretilen içeriklerde, bu kadar yüksek çözünürlük ve detay seviyesi fazlasıyla yeterli. Üstelik bu çekimleri anında düzenleyip paylaşabiliyorsun.

Ayrıca profesyonel makine artık neden gerekmiyor derseniz, sosyal medya içeriklerin hızla tüketildiği bir mecra. Burada paylaşılan görsellerin çoğu, devasa baskılar veya galeriler için değil, telefon ekranlarında tüketilmek üzere hazırlanıyor. O yüzden, fotoğrafın kusursuzluğuna dair arayış artık her anın özünü yakalayıp paylaşabilmek için cihazların sunduğu hız ve kolaylıkla şekilleniyor. Telefonla çektiğin fotoğrafları anında düzenleyip platformlara yüklemek, fotoğrafçılık sürecini sadeleştiriyor bence, ve bu basitlik günümüzde hızlı akan bu zaman için değerli bir özellik.

Büyük makineler taşımadan, anında yüksek kalitede çekim yapabilmek ve hızla paylaşabilmek, profesyonel cihazlara duyulan ihtiyacı sosyal medya bağlamında ciddi oranda azaltıyor. Bu elimdeki telefonla fotoğraf çekme deneyimi bana şunu gösterdi: Sosyal medya için fotoğraf çekerken, kaliteyi, taşınabilirlik ve hızla birleştiren bu küçük robotlar sayesinde, büyük makinelerle uğraşmaya artık gerek yok. Teknoloji bu hızla ilerlemeye devam ettikçe, belki de yakın gelecekte, profesyonel kameraların sosyal medya için önemi daha da azalacak. Eski negatif filmli makineler gibi ilkel kalıp kaybolacaklar.

tales-of-stuck-lives-in-istanbul-cover-main

gecerinsight

 

Nobel Ödülü

Daron Acemoğlu
Sonunda Nobel Ekonomi Ödülünü Aldı.

 

Yıllardır beklenen an sonunda gerçekleşti. Daron Acemoğlu, benim ve pek çok kişinin gözünde çoktan hak ettiği Nobel Ekonomi ödülünü aldı. Üniversite yıllarımın başından beri onu takip ediyordum. Makalelerini okuyarak her satırda heyecan duyduğumu söyleyebilirim. Çevreme '..bir gün mutlaka Nobel alacak.' dediğim an sayısızdır. Onun fikirleri, araştırmaları, akademik dünyaya getirdiği yenilikçi bakış açısı sadece ekonomi alanında değil, toplumsal dinamikleri anlamamızda da kapsamlı bakış açıları getirdi. Acemoğlu’nun başarısı, benim için sadece bir akademik zafer değil; ideallerin, azmin ve düşüncenin gücüne olan inancımı perçinleyen bir olgu olarak hep kalacak. Hayatına bakarsak eğer ilginç şeylerde var.

Babası avukat ve öğretim görevlisi, annesi ise okul müdürü. Galatasaray Lisesi'nden mezun olduktan sonra York Üniversitesinde Ekonomi Lisansı, ardından London School of Economics'de doktorasını tamamlıyor. Devamı ise hepimizin hayran kaldığı MIT. Doktora tezi aslında ilerde nelerle ilgileneceğinin göstergesi gibi. "Makroekonominin Mikro Temelleri Üzerine Denemeler: Sözleşmeler ve Ekonomik Performans" adlı eser.

Daron Acemoğlu’nun ekonomi anlayışı, ekonomik büyüme ve kalkınmanın özünde yatan gücün kurumlar ve politik yapılar olduğunu öne çıkarıyor. Acemoğlu’na göre, bir ülkenin ekonomik başarısı veya başarısızlığı, o toplumun nasıl örgütlendiği ve kurumlarının ne kadar kapsayıcı olduğuyla doğrudan bağlantılı. Demokratik ve kapsayıcı kurumların güçlü olduğu bir toplumda, bireylere fırsatlar sunulur; yenilik ve ilerleme teşvik edilir. Bu da ekonomik büyümeyi sürdürülebilir hale getirir. Öte yandan, baskıcı ve dışlayıcı kurumlar, toplumun büyük bir kısmını ekonomik süreçlerden dışlayarak yeniliği engeller ve uzun vadede toplumsal çöküşü beraberinde getirir.

Acemoğlu’nun bu bakışı, klasik ekonomik teorilerden oldukça farklı. O, bir ülkenin zenginleşmesinin ya da yoksullaşmasının, yalnızca coğrafi konum ya da doğal kaynaklarla açıklanamayacağını söylüyor. Asıl belirleyici olan, bu toplumların nasıl yönetildiği ve yönetenlerin hangi kurumlarla desteklendiği. Bu fikirlerini "Why Nations Fail" (Ulusların Düşüşü) kitabında derinleştirerek, dünyadaki ekonomik eşitsizliklerin ardındaki tarihsel ve politik nedenleri ele alıyor.

Acemoğlu'nun ekonomi yaklaşımı sadece zenginlik için değil; aynı zamanda demokrasi, insan hakları ve toplumsal adalet için de güçlü bir zemin oluşturuyor. Daha eşitlikçi bir toplum yaratmak, onun gözünde yalnızca ahlaki bir tercih değil, aynı zamanda ekonomik olarak da mantıklı bir adım.

Ayrıca Daron Acemoğlu'na göre, dünya sahnesinde Çin ve Amerika arasındaki dengenin nasıl kurulduğu, hepimizin yaşamını doğrudan etkileyen bir güç mücadelesi. Ancak, bu iki devin rekabeti sadece kendi çıkarlarını koruma yarışından ibaret değil; aslında, her birimizin ekonomik ve sosyal geleceğine dair büyük ipuçları barındırıyor. Acemoğlu, dünya ekonomisinin yalnızca iki güç arasında sıkışmaktansa, çok kutuplu bir yapıya doğru evirilmesinin daha sağlıklı olacağını savunuyor. Bu, tıpkı bir mahallenin yalnızca birkaç kişinin elinde yönetilmesindense, farklı görüşleriyle katkı sağlayan komşuların bir arada karar vermesi gibi daha güvenli, daha dengeli.

Bir düşünün, tüm üretim Çin’de, tüm finans Amerika’da yoğunlaştığında, en ufak bir kriz anında tüm dünyada ekonomik sarsıntılar yaşanıyor. Buna karşın, Acemoğlu’nun savunduğu çok kutuplu yapı, farklı ekonomilerin birbirini tamamladığı, Avrupa’dan Asya’ya, Latin Amerika’dan Afrika’ya uzanan dengeli bir dağılım öngörüyor. Böyle bir düzende, bir çark aksadığında tüm sistem durmaz, çünkü diğer çarklar devreye girer.

Kısacası, Acemoğlu'nun vizyonu, hepimizin daha güvenceli bir ekonomik düzende yaşamasını hedefliyor. Böyle bir dünya düzeninde, küresel ekonomik güçler herkesin faydasına olacak şekilde bir arada hareket eder; bu, bir apartman toplantısında alınan ortak kararlar gibi herkes kendi çıkarını düşünür, ama nihayetinde herkesin huzuru için bir dengeye varılır. Ekonomik istikrar ve toplumsal refah için, sadece Çin ve Amerika'nın değil, tüm büyük ekonomilerin sahnede yer alması gerektiğini söylüyor Acemoğlu. Dünya ekonomisinin gerçek güvenliği, işte bu tür bir iş birliğinden geçiyor.

Yine ısrarla makalelerini ve kitaplarını, sunumlarını takip etmeye devam edeceğim. Belki zamanla bu kısımda güncellemeler yaparım.

 

Python

Kodlamada
Sonsuz Evren

 

Windows'un Frontpage programıyla kolaylaştırılmış kodlama ile tanıştım. Öncesinde daha çok kod yazıyorduk. Yıl 1997-1998'di. Daha o zamanlar, çoğu kişi internetle tanışmamışken ben şanslıydım ve çok küçük yaşta bilgisayar ile tanışıp kodlama öğrenmiştim. Tabii o zamanlar "kodlamak" demeye bin şahit ister, Frontpage'in sürükle-bırak ara yüzüyle biraz oynamak gibi bir şeydi. Ama olsun, yine de kendimi önemli bir adam gibi hissediyordum. O yıllarda Bill Gates bizim için hayranlıktan öte birisiydi. (Hatırladığım kadarıyla ülkemizde Steve Jobs o kadar popüler değildi. Belki de Steve Jobs'un Apple da olmayışı da popülerliğine engel olmuş olabilir.)

Python'a gelecek olursak öğrenmesi kolay, çok yönlü ve güçlü bir dil. Açıkçası ilk başta pek ilgimi çekmemişti. Sade, anlaşılır ve inanılmaz esnek. Tıpkı Frontpage ile web sitesi yapar gibi, Python ile de istediğinizi yapabiliyorsunuz. Hesap makinesi kodlamayla başladık tabi, web geliştirme içinde mantıklı gibiydi. Sonrasında üniversite yıllarında internetinde hayatımıza tamamen girmesiyle forum sitelerinden Python'un kütüphane dünyasına girdim. İnsanların birbirleriyle kodlarını paylaşmaları mükemmel bir şeydi doğrusu. Çözülemeyen problemler üzerine saatlerce kafa yormak, bazen kodu çözmek, bazen hatayı bulmak ama düzeltememek gibi çok varyasyonlu durumlar.

Bu süreçte Python'da topluluklarla birlikte logaritmik olarak büyümeye devam etti. Gelişen kütüphanelerle akla gelen her şey yapılabilir olmaya başladı. Özellikle görüntü işleme olayları çok ilgi çekiciydi. Akademik düzeyde görüntü işleme çalışanlar sükseli gelsede benim girdiğim yol hekimlikti, yapacak çokta bir şey yoktu. Python'un görüntü işleme kabiliyetleri radyoloji alanında bir çok gelişme sundu diyebilirim. Bunları başka bir zaman ayrıntılı şekilde yazacağım.

Python'un geleceği için düşüncemi merak ediyorsanız eğer, o konuda benim de kafa yormadığım gün yok! Şimdi şöyle bir düşünün bakalım: Python sürekli gelişiyor, değişiyor, yeni kütüphaneler, framework'ler ekleniyor. Sanki dur durak bilmeyen bir maraton koşucusu gibi. Üstelik Python, sadece basit programlar yazmak için değil, dev projeler geliştirmek için de ideal. Veri bilimi, yapay zeka, makine öğrenmesi... Hatta NASA bile uzay araştırmalarında Python kullanıyor! Belki bir gün senin yazdığın bir Python kodu Mars'a gönderilecek!

Python'un geleceğinde sadece Mars mı var? Benim tahminlerim şöyle: Python zaten popüler bir dil ama bence daha da yaygınlaşacak. Özellikle yapay zeka ve veri bilimi alanındaki gelişmeler, Python'un kullanımını daha da artıracak. Python şu anda web geliştirme, masaüstü uygulamaları, oyun programlama gibi birçok alanda kullanılıyor. Ama bence gelecekte, daha da farklı alanlarda karşımıza çıkacak. Örneğin, nesnelerin interneti, robotik, biyoteknoloji, quantum fiziği gibi alanlarda günümüzden kat be kat farklı fırsatlar sunacak. Geliştiriciler ve topluluklar, sürekli olarak dili geliştirmek ve yeni özellikler eklemek için çalışıyorlar. Bu da Python'un gelecekte daha da güçlü ve esnek bir dil olacağı anlamına geliyor.

Kısacası, Python'un geleceği parlak! Bu "sonsuz Python evrenin" bir parçası olmak istiyordum, umarım güzel işler yaparak olmaya devam ederim! Kim bilir, belki bir gün bir Python kodu yazarım ve "Dünya Değişir!", "Merhaba, Yeni Dünya!".

gecerinsight

 

Osaka


Katsuo-ji Tapınağı’na Yolculuk:
Zaferin ve Sessizliğin İzinde

 

Japonya’nın Osaka şehrinde, yağmurun hafifçe camları dövdüğü bir sabah başladı yolculuğum. Hava bulutlu ve serindi; tam anlamıyla huzurlu bir günün habercisiydi. Bugünkü hedefim, adını uzun zamandır duyduğum, ama ilk kez ziyaret etme fırsatı bulacağım Katsuoji Tapınağıydı. “Zafer Tapınağı” olarak bilinen bu yer, yalnızca Budist inanışların değil, aynı zamanda kişisel başarı ve azim hikayelerinin de merkeziydi. Tapınağın ünü, her köşesinde bulunan Daruma bebekleriyle daha da büyüyordu. Sabah erken kalktım ve hazırlıklarımı yaptım. Sırt çantamda bir şişe su, küçük bir atıştırmalık, not defterim ve fotoğraf makinem vardı. Yolculuğun her anını kaydetmek istiyordum; çünkü buranın, özellikle sonbaharda, yaprakların kızıl ve altın tonlarına büründüğü zamanlarda, tam anlamıyla büyüleyici olduğunu okumuştum.

Osaka’dan Yola Çıkmak
Osaka’dan başlayarak tapınağa ulaşmak, hem şehrin modern hayatından hem de doğayla iç içe sakin köşelerinden bir kesit sunuyordu. Önce metroya binerek Senri-Chuo İstasyonu’na doğru yola çıktım. Japonya’nın toplu taşıma sistemi o kadar dakik ve düzenlidir ki, her adımım neredeyse kusursuz bir şekilde ilerledi. Metrodan indikten sonra, istasyonun hemen yakınındaki otobüs durağında tapınağa giden otobüsü buldum. Yolculuk buradan itibaren daha sakin ve dingin bir hale büründü. Otobüs şehir merkezinden uzaklaştıkça çevrem değişmeye başladı. Şehir hayatının yoğunluğu yavaşça azaldı, yerini ormanlık alanlara, dar kıvrımlı yollara ve sessiz bir atmosfere bıraktı. Camdan dışarı bakarken hafifçe başlayan yağmurun, yapraklar ve çimenler üzerinde yarattığı ışıltıları izledim. Gökyüzü griydi, ama bu gri hava, yolculuğa melankolik bir derinlik kattı. Sessizlik içinde, doğanın sunduğu huzuru hissetmeye başladım.

Tapınağa İlk Adım
Katsuoji Tapınağı’na vardığımda beni Japon mimarisinin zarif bir örneği karşıladı. Tapınağın giriş kapısı ve çevresi, sessizlikle huzur içinde uyum sağlayan taş fenerlerle çevriliydi. Yağmurun etkisiyle bu taş fenerler ve yollar parlıyordu. Tapınağa doğru yürürken ilk dikkatimi çeken şey Daruma bebekleriydi. Kayaların üzerine yerleştirilmişler, tapınağın farklı köşelerine serpiştirilmişlerdi. Bazıları oldukça küçük, bazıları ise boyut olarak insan başına yakın büyüklükteydi. Her Daruma bebeği, parlak kırmızı rengiyle çevresindeki doğal tonların arasında adeta ışıldıyordu. İlk başta bu bebeklerin hikayesini tam bilmiyordum, ama tapınağın rehberinde yazan açıklamaları ve çevremdekilerin anlatımlarını dinledikçe her birinin nasıl bir hikayesi olduğunu öğrenmeye başladım.

Daruma Bebeklerinin Hikayesi
Daruma bebekleri, Zen Budizmi’nin kurucusu Bodhidharma’yı temsil ediyor. Bu bebeklerin en ilginç özelliklerinden biri, gözlerinin boş olması. Bir Daruma bebeği aldığınızda, önce sadece bir gözünü dolduruyorsunuz. Bu, dileğinizi ve hedefinizi sembolize ediyor. Hedefinize ulaştığınızda ise diğer gözü dolduruyorsunuz. Bu ritüel, azminizi ve başarınızı simgeliyor. Japonlar için Daruma bebekleri, sadece bir sembol değil, aynı zamanda bir rehber gibi. Tapınağın her köşesinde yüzlerce Daruma bebeği vardı. Kimileri yağmurdan ıslanmış, kimileri ise zamanla eskimişti. Yine de her biri, çevresine bir yaşam enerjisi yayıyordu. Tapınağı dolaşırken, insanların bu bebeklere olan inançlarını ve saygılarını görmek etkileyiciydi. Birçok kişi dileklerini gerçekleştirdikten sonra Daruma bebeklerini buraya getirerek tapınağa bırakıyordu. Bu, bir tür teşekkür etme ve zaferi kutsama biçimiydi.

Tapınağın İçinde
Tapınağın iç kısmına doğru ilerledikçe, doğanın ve Budist inanışların iç içe geçtiği bir alanla karşılaştım. Taş yollar, ahşap merdivenler ve rengarenk yaprakların döküldüğü geniş avlular vardı. Yağmurun hafif sesi ve yere düşen damlaların yarattığı ritim, burayı daha da mistik bir hale getiriyordu. Tapınak, meditasyon yapmak isteyenler için de bir sığınak gibiydi. İnsanlar sessizce ilerliyor, düşüncelerine dalıyor ve doğanın bu huzurlu alanında vakit geçiriyorlardı. Burada zaman adeta duruyordu. Modern dünyanın hızından uzakta, bir an için nefes alabileceğiniz bir yerdi burası.

Tapınakta Tanıştığım Yaşlı Çift: Japonyadan Kanadaya, Oradan Katsuojiye
Katsuoji Tapınağı’nın huzur veren atmosferinde yavaş adımlarla ilerlerken, yağmurun taş yollarda bıraktığı parlaklık ve Daruma bebeklerinin çevresine yaydığı sıcak enerji dikkatimi çekiyordu. Hafif bir rüzgâr eşliğinde taş bir bankın yanında oturan bir çift gördüm. Adam, gri saçlarını yağmurdan korumak için bir şemsiye tutuyordu; kadın ise güler yüzüyle bir Daruma bebeğine dikkatlice bakıyordu. Yanlarından geçerken nazikçe selam verdim, onlar da sıcak bir şekilde karşılık verdi. Bir anda kendimi sohbet ederken buldum.

Onlarla Tanışma
Kadın, adının Yukiko olduğunu söyledi; üniversitede sosyoloji dersleri veriyormuş. Kanada’da yaşıyorlarmış, ama aslında Kyoto doğumluymuş. Eşi Hiroshi ise emekli bir makine mühendisiymiş. Kanada’ya 30 yıl önce taşınmışlar, ama her fırsatta Japonya’ya gelip geçmişlerini ve kültürlerini hatırlamayı bir alışkanlık haline getirmişler.

“Peki, Katsuoji’ye neden geldiniz?” diye sordum.

Yukiko, “Azim ve sabır sembolü olan bu tapınak bize hep bir hatırlatma gibi gelir. Yaşam, Kanada’da ne kadar sakin ve düzenli olsa da, Japonya’nın bu derinlikli ruhunu özlüyoruz,” dedi. Hiroshi ise gülümseyerek, “Ayrıca yağmur altında yürümek bizi genç hissettiriyor,” diye ekledi.

Sohbetimizin Derinleşmesi
Konuşma, yaşamlarımıza dair daha fazla detaya dönüştü. Kanada’da yaşamın Japonya’ya göre nasıl daha farklı olduğunu anlattılar. Özellikle Hiroshi, mühendislik günlerini özlediğini ama artık seyahat etmeye daha fazla vakit bulabildiği için mutlu olduğunu söyledi. Yukiko, sosyoloji derslerinde Japon kültürünü öğrencilere nasıl anlattığını, Batı toplumunun bireyselliğiyle Japon toplumunun kolektif değerlerini karşılaştırmanın öğrenciler için ne kadar ilginç olduğunu paylaştı. Bende onlara ünlü yönetmen Yasujiro Ozu’nun hayranı olduğumu ve ‘Tokyo Story’ filminden bahsettim ve çok şaşırdılar.

Fotoğraf Çekimi ve Telefon Numaralarımızın Değişimi
Onlara, bu güzel anıyı saklamak için bir fotoğraf çekmek istediğimi söyledim. İkisi de heyecanla kabul etti. Bankın önünde, Hiroshi’nin elinde bir Daruma bebeği, Yukiko’nun ise tatlı bir gülümsemeyle yağmura rağmen poz verdiği bir fotoğraf çektim. Fotoğrafın güzelliği karşısında hepimiz memnuniyetle gülümsedik. Sonrasında telefon numaralarımızı değiştik. Bu küçük ama samimi buluşmanın bir şekilde devam etmesini istedik. Tam ayrılmadan önce, aklıma bir fikir geldi.

Antalyaya Davet
Hiroshi ve Yukiko’ya; “Türkiye’ye gelmeyi hiç düşündünüz mü? Özellikle Antalya’ya?” İkisi de şaşkın ama mutlu bir şekilde birbirlerine baktılar. İstanbul’a geldiklerinden bahsettiler. Yukiko, “Antalya’yı duyduk, ama hiç gitmedik. Bu bir davet mi?” diye sordu. “Kesinlikle bir davet!” olduğunu söyledim. Bu fikir onları o kadar heyecanlandırdı ki Hiroshi, “Belki de önümüzdeki yıl Türkiye’ye geliriz. Bu, yeni bir macera olur,” dedi.

Sonraki Adımlar
Hiroshi ve Yukiko ile vedalaşırken, bir gün onların Kanada’daki hayatlarını görmeyi, belki onların kültürlerini daha yakından tanımayı diledim. Bu tapınak, sadece bir gezi noktası olmaktan öte, bir bağ kurma noktası olmuştu. O gün Katsuoji Tapınağı’ndan ayrılırken, fotoğraf makinemde onların gülümsemelerini saklıyor, cebimde ise Japonya ve Türkiye arasında kurulmuş bir dostluk hikayesini taşıyordum. Bir gün Antalya sahillerinde birlikte kahve içmek dileğiyle…

Geri Dönüş
Ziyaretimin sonunda tapınağın hediyelik eşya dükkânına uğrayarak kendime küçük bir Daruma bebeği aldım. Bu bebek, benim için hem bir hatıra hem de gelecekteki hedeflerim için bir motivasyon kaynağı olacaktı. Sırt çantama koyarken, buranın bana verdiği huzuru ve ilhamı düşündüm. Otobüse doğru yürürken yağmur hâlâ hafifçe yağıyordu. Katsuoji Tapınağı, sadece bir ziyaret noktası değil, aynı zamanda bir öğrenme alanıydı. Azim, sabır ve yılmazlık üzerine bir ders gibiydi. Yolculuk boyunca aklımda hep aynı düşünce vardı: Yedi kere düş, sekiz kere kalk.” Hayatın zorlukları ne olursa olsun, asıl zafer yeniden kalkmayı başarmaktı. Bu tapınak, bunu hatırlatmak için mükemmel bir yerdi.

 

Oaxaca


Meksika:
Dans, Ritim, Alkol ve Dostluklar

 

İspanyolca öğrenme fikri kafamda dönüp duruyorken Sebastião Salgado’nun sözleri aklıma geldi: "Orada zaman farklı akıyor." Bu cümle, bana daha önce hiç düşünmediğim bir şey hissettirdi. Güney Amerika’nın çağrısını. Derken Che’nin Güney Amerika’yı görme merakını ve o yolculuktaki keşiflerini hatırladım. Bir anda içimdeki macera tutkusu tetiklendi. “Neden olmasın?” dedim. Neden Meksika’yı ve onun renklerini görmeyeyim? Ama Mexico City değil, doğrudan Oaxaca! Daha yerel, daha dokunaklı bir deneyim olmalıydı. İlk iş, uçak bileti araştırmalarına başladım. Antalya’dan başlayarak, en uygun rotayı bulmam gerekiyordu. Antalya’dan İstanbul’a bir uçuş buldum, oradan da Meksika’ya bağlanıyordum. Mexico City üzerinden Oaxaca’ya ulaşmam gerekiyordu. Tabii bu, haritadan bakıldığında basit bir çizgi gibi görünebilir ama içimde heyecan, merak ve biraz da tedirginlik vardı. Bir yandan “Bu kadar uzun bir yolculuk beni nasıl etkileyecek?” diye düşünürken, diğer yandan "Meksika’nın o büyülü atmosferine adım atmak için sabırsızlanıyorum," dedim.

Meksika’ya Uçuş Planı

Biletlerimi ayarladıktan sonra, bir süre hazırlıklarla uğraştım. Yanıma fazla eşya almamaya karar verdim. Daha hafif olmak, yolculuğun tadını çıkarmak istiyordum. Ayrıca, içimde bir his vardı: Bu yolculuk sadece bir yerden bir yere gitmek değil, yeni bir ben yaratma çabası olacaktı. O yüzden pasaportumu elime aldığımda içimden sessizce, “Hadi bakalım, Oaxaca!” diye mırıldandım. Uçakta, ilk mola olan İstanbul’a doğru ilerlerken zihnimde Salgado’nun fotoğrafları dönüp durdu. Hayatın sade ama derin göründüğü o kareler... Birkaç saatlik bir beklemeden sonra Meksika uçuşuna geçtiğimde ise artık başka bir kıtaya uçtuğumun farkındaydım. Mexico City’nin ışıkları aşağıda parıldarken, Meksika’ya gerçekten ulaştığımın heyecanı yüzüme bir gülümseme yerleştirdi.

Mexico City’de Vakit Kaybetmeden direkt Oaxaca’ya

Mexico City’deki aktarmadan sonra Oaxaca’ya doğru yola koyuldum. Başlangıçta yorucu bir yolculuk gibi görünse de içimdeki heyecan her şeyi hafifletiyordu. Yola çıktığım andan itibaren kafamda şekillenen sorular vardı: "Orası nasıl kokar, insanlar nasıl güler, müzik ne kadar yüksektir?" Bunların cevaplarını çok geçmeden öğrenecektim.

Uçak Oaxaca Havalimanı'na inişe geçtiğinde, pencereden dışarı baktım. Dağlarla çevrili bu küçük havalimanı, büyük metropollerin telaşından tamamen uzakta, sıcak ve davetkâr bir atmosfer sunuyordu. Havalimanının terminal binası küçük, samimi ve neredeyse bir kasabanın giriş kapısı gibiydi. Beton pistin sonlarında ufuk çizgisine yaslanmış dağlar vardı. Havalimanından içeri girdiğimde karmaşa yerine huzurla karşılandım. Bagajımı aldım ve dışarıya çıktım. Hava sıcak ve yumuşak, hafif bir bahar esintisi gibiydi.

Dışarıda beni bekleyen şoförü kolayca buldum. Airbnb’den tuttuğum evin sahibi, evi teslim alabilmem için bir şoför ayarlamıştı. Şoför, güler yüzlü bir adamdı; adının Carlos olduğunu söyledi. Kendi yerel aksanıyla İspanyolca konuşurken bazen kelimeleri yakalayabiliyor, bazen de sadece başımı sallayarak ona eşlik ediyordum. Carlos, yolda bana Oaxaca’yı tarif etti: rengârenk sokaklar, zengin mutfağı ve bitmeyen müziğiyle ünlü bir yerdi burası. Arabadan etrafa bakarken, az önce havalimanındaki sakinlik yerini giderek büyüyen bir canlılığa bırakıyordu. Şehir, bir resim defterinden çıkmış gibi renkliydi.

Kalacağım Ev ve Rafeal ile Tanışma

Yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuktan sonra şehir merkezine vardık. Kalacağım ev, Oaxaca’nın Jalatlaco bölgesindeydi. Dar sokaklar arasında ilerlerken, Carlos evin önünde durdu. Rengârenk boyalı, sarı bir dış cepheye sahip, tek katlı bir evdi. Beni evi teslim almak için bekleyen Rafael adında genç bir adam, kapıda belirdi. Rafael’in sırt çantası vardı ve elinde evin anahtarlarını sallıyordu. Kısa bir sohbetin ardından beni içeriye aldı. Ev, sade ama çok güzeldi: ahşap mobilyalar, rengârenk bir hamak ve avluda birkaç çiçek saksısı.

Rafael, evin kullanım detaylarını anlatmaya başladı. Beş büyük odalı ve avlusuyla bahçesi olan, bir nevi pansiyon gibi işlettiği yerdi. “Burası biraz eski ama çok sağlamdır.” dedi gülümseyerek. Mutfağın yerel seramiklerle kaplı olduğunu gösterdi. Küçük ama şirin bir yatak odası ve avluya açılan geniş bir salon vardı. "Wi-Fi biraz yavaş olabilir ama bu bölgede kimse hız konusunda şikâyetçi değil. Daha çok dışarıda vakit geçiririz," dedi. Ardından, şehirde mutlaka görmem gerektiğini söylediği yerlerin listesini çıkardı. "Monte Albán harabeleri, Santo Domingo Kilisesi ve tabii ki yerel pazarlardan biri," diye sıraladı.

Evi teslim aldıktan sonra, bir süre dinlendim. Sonra kendimi dışarı attım ve Oaxaca’yı keşfetmeye başladım. Rafael’in önerdiği yerel pazarlardan birine gittim. Mercado Benito Juárez, hem gözler hem de mideler için bir şölen gibiydi. Rengârenk meyveler, el yapımı çikolatalar ve envai çeşit el sanatları... Sokak tezgâhlarından tacos al pastor yedim. Fotoğraflar çektim. Ancak bir süre sonra fotoğraf makinemin hafıza kartının dolu olduğunu fark ettim. Çantamdaki diğer kartları çıkarmak baktığımda beklenmedik tahmin ettiğiniz o ihtimal. Hafıza kartlarını Antalya’da bırakmıştım!

Gezinin olmazsa olmazı, Yeni bir Sorun daha

Eve döner dönmez Rafael’e durumu anlattım. Rafael, önce gözlüklerini taktı, kısa bir süre düşündü, sonra "Merak etme, bir arkadaşım var, dükkanı yakınlarda. Sana yardım edebilir," dedi. Telefonunu çıkarıp birini aradı. Telefonda İspanyolca hızlı hızlı bir şeyler anlattı, arada benim doktor olduğumdan bahsettiğini fark ettim. Konuşma boyunca Rafael’in ses tonu neşeliydi ve sonunda "Tamamdır, seni Gerson’a götüreceğim," dedi. Gerson, şehir merkezinde küçük bir elektronik mağazası olan biriydi ve ihtiyaç duyduğum hafıza kartlarını temin edebilirdi.

Rafael beni dükkanın olduğu sokağa bıraktı. Dükkanın önüne geldiğimde, küçük ama düzenli bir vitrin beni karşıladı. Vitrinde eski tip radyolar, şarj aletleri, kulaklıklar ve birkaç kamera aksesuarı vardı. Dükkanın tabelasında ise "Electronica Gerson" yazıyordu. İçeriye girdiğimde, orta yaşlarda, kısa boylu, güler yüzlü bir adam bana doğru geldi. Elini uzatıp sıcak bir şekilde "Merhaba, hoş geldiniz. Gülümseyerek, Rafael senden bahsetti.” dedi.

Evrensel Meslek Doktorluk ve Gerson’un Duygusallığı

Gerson, içeriye geçip bana küçük, yerel bir kahve ikram etti. Kahvenin kokusu dükkanı doldurmuştu ve içerisi, eski cihazlarla yeni teknolojinin karışımı bir atmosfer sunuyordu. Dükkanın raflarında farklı boyutlarda hafıza kartları, mikrofonlar ve diğer elektronik cihazlar dizilmişti. Arka tarafta, tamir için bırakılmış bir radyo üzerinde çalışılıyordu.

“Buraları gezip görmeye gelmen çok mutlu etti.” dedi Gerson. "Rafael, doktor olduğundan bahsetti. Oğlum da Mexico City’de tıp fakültesi ikinci sınıfta okuyor. Bir gün umarım senin gibi dünyayı gezen bir doktor olur," diye ekledi. Gerson’un yüzünde oğlundan bahsederken gururlu bir ifade vardı. Aramızdaki bu samimi konuşma, mesleğimin ne kadar evrensel bir bağ kurabileceğini bir kez daha hatırlattı.

Gerson bana oğlunun hayallerinden ve okulda nasıl çalıştığından bahsetti. Onu Mexico City’ye göndermenin kolay olmadığını ama oğlunun doktor olma hayalini desteklemek için elinden geleni yaptığını anlattı. Ben de kendi hikayemi ve tıp eğitimimden bazı anılarımı paylaştım. Gerson’un yüzü her sözümde daha da aydınlanıyordu.

Sonunda ihtiyacım olan hafıza kartının modelini bulduk ve üç adet aldım, birini makineme taktım. Gerson’a teşekkür ederken, oğlu sebebiyle sanırım hüzünlendi ve sarıldı. "Oaxaca’daki bu günlerin umarım unutmayacağın anılar olarak kalır.” Dedi. Gerson’un samimiyeti ve oğluyla kurduğumuz bu küçük bağ, günümü daha anlamlı kıldı.

Ardından Gerson: “Bu akşam Rafael’le abimin düğününe gidiyoruz, kabul edersen eğer, bizimle gelmeni istiyoruz!" dedi. İlk başta şaşırdım ama hemen ardından heyecanlandım. Oaxaca’da bir yerel düğün! Bu benim için kaçırılmayacak bir fırsattı. Gerson, “Oaxacalı bir düğün sadece bir kutlama değil, bir deneyimdir,” diye ekledi. Rafael’le telefonda bunu konuşmuş olmalarına güldüm; meğer ikisi çoktan benim planımı yapmışlar! Ayrıca Gerson'un beni abisinin düğününe çağırması onure etti.

Düğün Heyecanı ve Sokaklar

Dükkanın önünden ayrıldım ve Jalatlaco’nun meşhur sokaklarına doğru yürüdüm. Midem karnaval gibi şarkı söylüyordu ve bu şehirde yapılacak en doğru şey, meşhur bir yerde tacos yemekti. Yürüyerek, tabelasında büyükçe "Tacos El Pastor" yazan, kırmızı tenteli bir tezgâhın önüne geldim. Hemen bir tabureye oturdum ve taze pişmiş, sıcak tacoslardan sipariş verdim. Mangalın üstünde pişen marinelenmiş etin kokusu, Oaxaca’nın sıcak havasına karışıyordu. Yanında lime dilimleri ve taze salsa sosuyla servis edilen tacos, bugüne kadar yediklerimin en iyisiydi. Etrafımda oturan herkes sohbet ediyor, kahkahalar yükseliyordu. Bu samimiyet, Oaxaca’nın ruhunu bir kez daha hatırlattı.

Tacos’umu keyifle bitirdikten sonra eve döndüm ve hızlıca üzerimi değiştirdim. İki saat sonra Rafael ve Gerson beni almaya geldiler. Kapıda beni beklerken, Rafael şaka yollu "Hazır mısın? Oaxacalı düğünlerde dans etmek zorundasın!" dedi. Gülüştük, ama içimde bir heyecan vardı. Gerson ise "Sana Oaxaca düğünlerinin ne kadar renkli olduğunu göstereceğiz, içmeden olmaz.” dedi.

Arabada kısa bir yolculuktan sonra, şehirden biraz uzakta bir kasabaya vardık. Düğün alanı, rengârenk ışıklarla süslenmişti. Büyük bir avluda, masalar ve sandalyeler sıralanmış, insanlar dans ediyor, yemekler servis ediliyordu. Mariachi grubu sahnede, canlı müzik yapıyordu ve müziğin enerjisi herkesin yüzüne yansımıştı. Gerson beni aileyle tanıştırdı. Herkes o kadar samimi ve misafirperverdi ki kendimi hemen rahat hissettim.

Meksikalı Düğünü ve Misafirperverlikleri

Öncelikle damat, yani Gerson'un abisi Gerson'a çok benziyordu. Adeta ikiz gibilerdi, ama aslında beş yaş büyükmüş, makyajdan genç gösteriyormuş, diye gülüştük. Masada otururken önüme yerel yemeklerden oluşan bir ziyafet koydular: mole soslu tavuk, tamales, taze tortillalar... Yemeğin ardından dans başladı. Rafael, beni dansa katılmam için zorladı ve birkaç dakika içinde Mariachi müziğinin ritmi beni de sardı. İnsanlar el ele tutuşmuş, neşe içinde dans ediyorlardı.

Düğün, gece ilerledikçe daha da şenlendi. Gerson, bir ara yanıma gelip, "Oğlum olsa burada seninle tanışmayı çok isterdi. Belki bir gün bu anıları ona anlatırım," dedi. Bu sözler beni duygulandırdı ve bir kez daha Oaxaca’daki insanların ne kadar derin ve samimi bağlar kurduğunu fark ettim.

Gece boyunca dans ettik, kahkahalar attık ve Oaxacalıların bu eşsiz kutlama ruhunu içimize çektik. Düğünden ayrılırken, Rafael ve Gerson’la paylaştığımız bu anların asla unutulmayacağını biliyordum.

 

Küçük ama Huzurlu Pansiyon

Rafael beni eve bıraktığında, avludan gelen kahkahalar ve hafif bir müzik sesi dikkatimi çekti. Bahçeye doğru yürüdüm ve ışıklarla süslenmiş, sıcak bir atmosfere adım attım. Bahçedeki masada bir grup insan oturmuş, ellerinde biralarla keyifli bir şekilde sohbet ediyorlardı. Rafael, "Hadi, buradaki insanlarla tanışmalısın," diyerek beni bahçedekilere doğru yönlendirdi. Kapıdan çıkarken, “Bir şeye ihtiyacın olursa beni hemen ara, tamam mı?” dedi ve samimi bir gülümsemeyle uzaklaştı.

Bahçedeki gruba yaklaştım ve hemen kendimi tanıttım. İlk dikkatimi çeken, masanın köşesinde kucağında küçük bir çocukla oturan çift oldu. Çocuk, meraklı gözlerle etrafı izliyordu. Anne olan genç kadın, gülümseyerek elini uzattı ve "Merhaba, ben Ainur, eşim Adil ve bu da oğlumuz Amir," dedi. Kazakistan’dan geldiklerini ve birkaç haftadır Oaxaca’yı keşfettiklerini anlattılar. "Amir bu seyahatte dünyanın yarısını gördü ama hâlâ en çok dondurmayı seviyor," dedi Adil gülerek. Küçük Amir, hemen ardından bir kaşık hayaliyle yüzünde tatlı bir ifade yarattı.

Masada oturan diğer kişi ise benim yaşlarımda, sarı saçlı ve enerjik bir kadın olan Nina’ydı. Ukraynalıymış ve birkaç yıldır dünyayı dolaşıyormuş. "Freelancer olarak çalışıyorum, bu yüzden laptopum yanımda olduğu sürece dünyanın her yeri benim ofisim olabilir," dedi gülümseyerek. Nina, bir yandan çalışırken bir yandan gezmenin ne kadar özgürleştirici olduğunu anlattı. "Oaxaca’da iki haftadır buradayım ve buradaki insanlar inanılmaz. Şehrin enerjisi, yemekler, müzik, her şey mükemmel," dedi.

Sohbet ilerledikçe, herkes kendi hikayesini ve Oaxaca’da neler yaptığını paylaştı. Adil ve Ainur, çocukla seyahat etmenin zorluklarını ama aynı zamanda getirdiği güzellikleri anlattılar. "Amir burada renkli pazarlarda koşturmayı çok seviyor. Çoğu zaman o bizi gezdiriyor," dediler. Nina ise bugün Oaxaca’nın yerel sanatçılarıyla tanıştığı bir galeriden bahsetti. "Bütün gün onları izledim. Ellerindeki her iş, sanki bir hikâye anlatıyor," dedi.

Biralarımızı yudumlarken, bahçedeki sıcak atmosfer giderek daha samimi hale geldi. Nina, seyahat hikayelerinden birinde bir çöl kampında develerle geçirilen bir geceyi anlatırken, küçük Amir herkesin ilgisini kendi üzerine çekmeyi başardı. Masanın altına saklanmış, oradan kimse fark etmeden herkesi izliyordu. Adil onu fark edip kucağına alırken, "Bu küçük gezgin, her zaman kendi başına bir macera arıyor," dedi.

Gece boyunca hepimiz farklı geçmişlerden gelen ama aynı çatı altında bir araya gelmiş bir grup yabancı gibi değil, eski dostlar gibi sohbet ettik. Oaxaca’nın gece havası, müzik ve kahkahalarımızla birleşmiş, bahçeyi sarmıştı.

Gece ilerlediğinde herkes yavaşça odalarına çekildi. Ben de odamın camından Oaxaca’nın geceye karışan ışıklarını izlerken, bu evde tanıştığım insanların hikayelerinin bir parçası olmanın ne kadar değerli olduğunu düşündüm. Kazakistanlı bir çift, Ukraynalı bir gezgin ve onların küçük çocuklarıyla geçirdiğim bu gece, Oaxaca’da geçirdiğim zamanın unutulmaz bir bölümüydü. Şimdi uykuya dalarken, yarının bana ne gibi sürprizler getireceğini merak ediyordum.

Nina’nın Sürprizi ve Kahvaltı Daveti

Ertesi sabah, bahçede güneş ışıkları hafifçe dans ederken, kapımın çalması ve Nina’nın sesiyle uyandım. Heyecanlıydı. "Erkek arkadaşım Pavlo geldi!" dedi. Onu dün akşam hiç görmemiştim ama Nina’nın yüzündeki mutluluk her şeyi anlatıyordu. Pavlo’nun birkaç hafta önce annesinin vefatı nedeniyle Ukrayna’ya döndüğünü ve oradaki savaşın zorluklarıyla mücadele ettiğini öğrendim. Şimdi yeniden bir araya gelmişlerdi ve bu sabah beni kahvaltıya davet ediyorlardı.

Hep birlikte, Jalatlaco’daki küçük ama popüler bir kahvaltı mekânına gittik. Burası, rengârenk masaları ve yerel yemek kokularıyla Oaxaca’nın tipik bir köşe kahvesiydi. Pavlo, ilk karşılaşmada oldukça kibar ve samimi biriydi. O ve Nina’nın arasındaki sevgi dolu bağ hemen fark ediliyordu. Masaya oturduğumuzda, yerel kahvaltının vazgeçilmezi olan huevos rancheros (çiftçi usulü yumurta), taze yapılmış tortilla ve Oaxaca’nın ünlü kahvesinden söyledik. Kahvaltı sırasında Pavlo, Ukrayna’da yaşadığı zorluklardan ama bir yandan da bu yolculuğun onun için bir yenilenme fırsatı olduğundan bahsetti. Nina, sessizce onu dinlerken elini tutuyordu.

Tarihi Monte Albán’ı aradan Çıkarmak

Kahvaltıdan sonra Monte Albán’a gitmeye karar verdik. Rafael önceden bize şoför numarası ayarlamıştı. Bir taksi bizi kısa sürede Oaxaca’nın yukarısında, geniş bir düzlüğe ulaştırdı. Monte Albán harabelerine yaklaştıkça, bir zamanlar Zapotek uygarlığının kalbinin burada attığını hissetmek mümkündü. Geniş bir plato üzerine kurulu, görkemli piramitler ve taş yapılar bizi karşıladı. Pavlo, daha önce tarihi eserlerle ilgilendiğinden buranın hikayesini oldukça iyi biliyordu.

“Monte Albán, MÖ 500 civarında Zapotekler tarafından kuruldu,” dedi Pavlo. “Burası sadece bir şehir değil, aynı zamanda dini törenlerin ve astronomik gözlemlerin yapıldığı bir merkezdi. Bu yükseklikten, Zapotekler tüm vadiyi kontrol edebiliyorlardı.” Sözleri, gördüğümüz yerlerin anlamını daha derin hale getirdi. Çevremizde yükselen piramitler ve taş platformlar, geçmişin gölgeleri gibiydi.

Pavlo, merkezdeki büyük plaza boyunca yürürken, "Şu yapı bir gözlemevi olabilir," dedi. Gökyüzüne doğru baktım ve buranın bir zamanlar yıldızları izlemek için kullanıldığını hayal etmeye çalıştım. Nina, çevredeki taş oymalara bakarak, “Bu işçilik inanılmaz. O kadar detaylı ki, her bir taşın bir hikayesi var gibi,” dedi. Birlikte yürürken, bölgeye hâkim olan sessizliği ve rüzgarın taşıdığı eski çağların yankısını hissettik.

Bir noktada, Monte Albán’ın kenarındaki bir noktaya oturup vadinin muhteşem manzarasını izledik. Uçsuz bucaksız bir yeşillik, küçük köylerle dolu vadiler ve dağların arasından süzülen ince yollar… “Zapotekler buraya baktığında ne düşünüyorlardı?” diye sordum kendi kendime. Pavlo, “Belki de onların baktığı manzara bizim gördüğümüzden çok daha fazlasını ifade ediyordu. Ruhani bir bağ, belki de evrene dair bir anlayış,” dedi.

Dönüş yolunda Nina, “Bu yolculuk benim için bir terapi gibi oldu,” dedi ve Pavlo’ya dönerek ekledi: “Ama asıl iyileşmeyi seninle yeniden burada buldum.” Onların arasındaki bu bağa tanıklık etmek, Monte Albán’ın mistik havasında bile insan ilişkilerinin ne kadar güçlü bir enerjiye sahip olduğunu hissettirdi.

Eve döndüğümüzde, Monte Albán’ın sadece taşlardan ibaret bir harabe değil, aynı zamanda geçmişin, şimdinin ve insanların hikayelerini birleştiren bir yer olduğunu anladım. Oaxaca’da her gün, yeni bir hikaye ile derinleşiyordu ve Pavlo’nun tarihi bilgisi, Nina’nın enerjisi ve bu muhteşem manzara, günümü eşsiz kılmıştı.

Pavlo, Adil’ler ve Sokak Festivali

Duşlarımızı aldıktan sonra bahçede çiçekleri sulayan Pavlo’ya Kazak çift olan Ainur ve Adil’den bahsettim ve geldiklerinde tanıştırdım. Amir de etrafta koşturup oynarken, Pavlo ve çift hemen kaynaştı. Pavlo’nun doğal samimiyeti ve güler yüzü, Nina’nın enerjisiyle birleşince, Aynur ve Adil zaten çok tatlı insalar, bahçede sıcacık bir atmosfer oluştu. O sırada Adil, "Şehirde bir meydan etkinliği varmış, hem müzik hem de sokak lezzetleri. Oraya gitsek nasıl olur?" diye sordu. Hepimiz bu fikri hemen onayladık. Amir ise duyduğu heyecanla, "Dans edeceğim!" diye sevinçle zıplıyordu.

Hep birlikte yürüyerek Oaxaca’nın meşhur meydanı olan Zócalo’ya doğru yola koyulduk. Meydan, gecenin erken saatlerinde bile ışıl ışıldı ve sokaklardan yükselen canlı müzik sesleri giderek daha da netleşiyordu. Rengârenk kıyafetler giymiş dansçılar, meydanın merkezinde gösteriler yapıyordu. Mariachi grubu, gitarları ve trompetleriyle klasik Meksika melodileri çalıyordu. Kalabalığın enerjisi hepimizi sardı.

Yavaşça meydanın kenarındaki sokak tezgahlarına yöneldik. Adil, "Tamales mi bu? Daha önce hiç denemedim," derken Nina, "Kesinlikle denemelisin, Oaxaca’nın yemekleri başka hiçbir yerde bulamayacağın kadar eşsiz," dedi. Pavlo, sıradan bir turist gibi değil, neredeyse yerel biri gibi meydanı ve yemekleri tanıtıyordu. Her birimize sıcacık tamales aldı. İçindeki etli ve mısırlı dolguyla tamales, sadece lezzetli değil, aynı zamanda bu bölgenin kültürüne açılan bir pencere gibiydi.

Amir ise tamalesini hızlıca bitirdikten sonra, meydanın merkezinde dans eden çocukları fark etti. "Ben de oynayabilir miyim?" diye sordu. Ainur gülümseyerek, "Tabii ki! Git ve eğlen," dedi. Küçük Amir, diğer çocukların arasına karıştı ve neşeyle dans etmeye başladı. Onun mutlu çığlıkları, Mariachi grubunun müziğine karışıyordu.

Biz yetişkinler ise tezgahların arasında dolaşıp bir yandan sohbet ediyor, bir yandan da farklı yemekleri deniyorduk. Pavlo, "Bunlar chapulines, kızarmış çekirgeler," dediğinde hepimiz şaşırdık. Nina, "Ben daha önce denedim, inanılmaz çıtır ve lezzetli," diyerek cesurca bir avuç aldı. Adil ve ben ilk başta çekimser davransak da, sonunda denemekten geri durmadık. Gerçekten şaşırtıcı derecede lezzetliydi!

Müzik hızlandıkça meydandaki dans eden kalabalık daha da büyüdü. Amir’in enerjisi tükenmek bilmezken, biz de meydanın kenarındaki bir masaya oturup Oaxaca’nın meşhur içeceği mezcalden birer yudum aldık. Pavlo, mezcal hakkında bildiklerini paylaşırken, "Buradaki her şey doğadan geliyor. Meksika’nın her yudumda bir hikayesi var," dedi. Sohbetimiz geçmişlerimizden, seyahat anılarımıza kadar uzandı. Adil ve Ainur, Kazakistan’daki geniş bozkırları anlatırken, Pavlo Ukrayna’daki savaşın ardından hayatta kalmanın ne kadar büyük bir mucize olduğunu paylaştı. Nina, "Her şeye rağmen buradayız, birbirimize tutunuyoruz ve bu dünyayı birlikte keşfediyoruz," dedi.

Gece ilerlerken, Mariachi grubu yavaş bir melodi çalmaya başladı. Meydandaki kalabalık azalmaya başlamıştı ama bizim sohbetimiz bitmek bilmiyordu. Hepimiz, meydanın ışıkları altında farklı yerlerden gelen hikayelerimizi, Oaxaca’nın sıcaklığı ve renkleriyle harmanladık.

Amir sonunda uykusuzluğa yenik düştü ve Ainur’un kucağında uyuyakaldı. Hepimiz gülerek eve dönmek üzere yola çıktık. O an, farklı ülkelerden gelen insanların bir araya gelip dostluk kurmasının ne kadar özel bir şey olduğunu düşündüm. Oaxaca’nın büyüsü, sadece renkleri ve yemeklerinde değil, insanları bir araya getiren o sıcak enerjisinde yatıyordu. Bu gece, uzun süre unutamayacağım bir anıya dönüşmüştü.

Meksika maceramın devamı gelecek.

gecerinsight

 

Budapeşte


Budapeşte'ye İlk Adım:
Pegasus'un Ucuz Biletiyle Başlayan Güzel Bir Macera.

 

Avrupa uçuşuma birkaç ay kala Pegasus Havayolları'nın inanılmaz bir kampanyasına denk gelmiş, düşünmeden Budapeşte'ye biletimi almıştım. O zamanlar tarih henüz çok uzaktaydı ama şimdiki gibi bir gün geleceğini bilerek heyecanla beklemiştim. İşte o gün geldi ve nihayet uçağım Budapeşte Ferenc Liszt Uluslararası Havalimanı’na indi. Havalimanının düzenli ve modern yapısıyla karşılaştım. Şehir merkezine 16 kilometre mesafede, oldukça ulaşılabilir bir konumdaydı. Terminalin içi geniş, aydınlık ve sade bir şekilde tasarlanmıştı. Pasaport kontrolü oldukça hızlı ilerledi ve bagaj alım alanı düzenliydi. Şehir merkezine ulaşım konusunda birçok seçenek vardı. Havalimanının hemen dışındaki otobüs durakları ve taksi hizmetleri, şehirle bağlantıyı kolaylaştırıyordu. Ben, otobüs ve metro kombinasyonunu kullanarak merkeze ulaşmayı tercih ettim. Yol boyunca, şehri ve tarihi dokusunu ilk kez görmenin heyecanını yaşadım. Bu havalimanı, Budapeşte’ye başlangıç için oldukça pratik ve keyifli bir giriş noktasıydı.

Kiraladığım Eve Varış

Booking.com üzerinden daha önce ayarladığım evi bulmak için birkaç durak sonra metrodan indim. Ev, şehrin tam kalbindeydi, Parlamento Binası'na ve Tuna Nehri’ne birkaç dakikalık yürüme mesafesindeydi. Eski bir apartmanın ikinci katında bulunan bu dairenin kapısında beni ev kiralama ofisinin çalışanı karşıladı. Güler yüzlü, sıcakkanlı bir kadındı ve beni içeri davet etti. Daire oldukça sade ama bir o kadar da sıcak bir atmosfere sahipti. Yüksek tavanlı odaları ve vintage mobilyalarıyla tipik bir Budapeşte dairesiydi. Valizimi bırakırken görevli, bana yakındaki restoranlar ve fotoğraf çekilecek yerler hakkında birkaç tavsiyede bulundu. Eşyalarımı hızlıca yerleştirdikten sonra dayanamadım ve fotoğraf makinemi kaptığım gibi dışarı çıktım.

Sokaklarda İlk Adımlar

Budapeşte sokaklarına ilk kez adım attığımda hissettiğim şey, zamanda bir yolculuğa çıkmış gibi olduğumdu. Tarihi binalar, Arnavut kaldırımlı dar sokaklar ve Tuna Nehri boyunca uzanan muhteşem manzaralar… İlk durağım, Zincir Köprü’nün (Széchenyi Lánchíd) olduğu yerdi. Altın saatlerde yakalanan ışık, fotoğraf için tam da aradığım sahneyi oluşturmuştu. Parlamento Binası’nın ihtişamlı duruşuna hayran kaldım. Yapının önünde birkaç fotoğraf çektikten sonra Özgürlük Meydanı'na doğru yürümeye başladım. Şehir, adeta her köşede fotoğraflanmayı bekleyen bir sanat eseri gibiydi. İnsanlar sakin, atmosfer huzur doluydu. Sokaklarda yürüdükçe bu şehrin sadece bir destinasyon değil, aynı zamanda bir hikâye olduğunu hissettim.

Devam Eden Macera

Eve dönerken aklımda bir sonraki günün planları vardı. Balıkçı Tabyası’nda (Halászbástya) gün doğumunu yakalamak ve Buda Kalesi’ni gezmek için erken kalkmayı planladım. Budapeşte’de geçireceğim bu iki günün her saniyesini dolu dolu yaşayacaktım. Şehir bana enerjisini vermişti; ben de o enerjiyi hissetmeye hazırdım. Budapeşte’ye attığım bu ilk adımla, zamanında aldığım o ucuz biletin hayatımda büyük bir anıya dönüşeceğini o an anlamıştım. Maceram henüz yeni başlıyordu.

Budapeşte’de Salaş Bir Yemek Durağı: Gulaşın Peşinde

Akşam saatleri yaklaştıkça Budapeşte’nin sokak lambaları birer birer yanmaya başladı, şehir bir başka güzellik kazandı. Gün boyunca çektiğim fotoğraflar ve gördüğüm manzaralar beni yormuş ama aynı zamanda müthiş bir iştah açmıştı. Karnım iyice acıkmıştı ve aklıma Budapeşte’ye gelmeden önce bir yerlerde okuduğum salaş, ama bir o kadar da meşhur bir lokanta geldi. İsmini hatırlamıyordum ama “Gulaş” dediniz mi, orayı herkes biliyor!

Meşhur Salaş Lokantayı Bulmak

Biraz araştırmayla bahsettiğim yerin adını öğrendim: For Sale Pub. Evet, işte orası! Tuna’nın Pest tarafında, Merkez Hali Binası’na çok yakın bir konumdaydı. Birkaç dakika yürüdüm ve burayı buldum. Dışarıdan bakıldığında loş ışıklarla aydınlatılmış, mütevazı ve biraz da dağınık bir yerdi. Tam bir salaş havası vardı; ama içeride neyle karşılaşacağımı bildiğim için heyecanla içeri girdim.

For Sale Pub’ın Eşsiz Atmosferi

Kapıyı açıp içeri adımımı attığımda başka bir dünyaya geçmiş gibi hissettim. Yerler samanla kaplanmıştı; evet, yanlış duymadınız, saman! Duvarlar, her biri farklı bir hikâye anlatan notlarla, kartpostallarla, küçük anılarla doluydu. Gelen ziyaretçiler, duvara kendi izlerini bırakmıştı. Masaların üzerinde devasa porsiyonlarda yemekler vardı; herkesin yüzü gülüyordu. Bu sıcak atmosfer, samimi sohbetlerle dolup taşıyordu.

 

Gulaş Siparişim ve Bekleyişim

Masama oturduktan sonra hiç tereddüt etmeden gelen garsona Gulaş siparişimi verdim. Gulaş, Macar mutfağının en ünlü yemeği ve kökenleri yüzyıllar öncesine, çobanların tencerede pişirdiği basit ama lezzetli bir yemeğe dayanıyor. Orta Avrupa’nın bu geleneksel yemeği, et, soğan, patates, kırmızı biber ve sarımsakla yapılan bir tür çorba ya da güveç. Ana malzemesi ise bol baharat ve özellikle tatlı ya da acı paprika. Gulaş, tarih boyunca Macar mutfağının temel taşı olmuş. 18. yüzyılda bile Budapeşte’nin köylerinde, tarlalarda çalışan insanlar için bir enerji kaynağıymış. Osmanlı’nın da etkisiyle baharat kullanımı artmış ve bugünkü haline evrilmiş.

Gulaşın Tadımı

Kısa bir bekleyişin ardından tabağım önüme geldi. Bu gulaş başka bir şeydi! Büyük bir kase içinde servis edilmişti ve yanında taze pişmiş bir dilim köy ekmeği vardı. Kaseden yükselen dumanla birlikte paprika kokusu o kadar cezbediciydi ki sabırsızlıkla ilk kaşığı aldım. Et, o kadar güzel pişmişti ki lokum gibiydi. Baharatların dengesi kusursuzdu; paprika, yemeğin ruhunu oluşturmuştu. Patatesler, yumuşacık bir kıvama gelmişti ama parçalanmamıştı. İçimi ısıtan bu gulaş, günün tüm yorgunluğunu silip süpürdü.

Lokantanın Detayları ve Ayrılışım

For Sale Pub’ın büyüsü sadece yemeklerinde değil, atmosferindeydi. Müşterilerin duvarlara yazdığı notlar arasında kaybolmak ayrı bir eğlenceydi. Kimisi seyahat anılarını paylaşmış, kimisi sadece adını bırakmıştı. Duvarda “Türkiye’den selamlar” yazan bir not bile gördüm ve gülümsemekten kendimi alamadım. Yemeğimi bitirdikten sonra o sıcak ortamdan ayrılmak zor oldu. Fakat Budapeşte’nin gecesini fotoğraflamak için biraz daha yürümek istiyordum. For Sale Pub’dan çıktığımda hafif serin bir hava vardı. Karnım tok, ruhum mutlu, şehirdeki keşfim devam ediyordu. Gulaş sadece bir yemek değil, Budapeşte’nin ruhunu anlamanın bir yoluydu. O akşam, Budapeşte ile aramızda bir bağ kurulduğunu hissettim.

Budapeşte’de Geceye Devam: Şarap ve Kale Yürüyüşü

For Sale Pub’dan çıkarken, hem karnım doymuş hem de Budapeşte’nin samimi atmosferiyle iyice mest olmuştum. Sokağa adım attığımda, gece tam anlamıyla kendini göstermişti. Tuna’nın kıyısından esen hafif rüzgar, şehrin loş ışıkları ve çevremdeki tarihi binalar, adeta bir film sahnesindeydim. Yavaş yavaş yürümeye başladım; bu şehirde geceye karışmanın tadı bir başka oluyordu.

Şarap İçmek İçin Meşhur Bir Salaş Mekâna Doğru

Akşam yemeği sırasında aklıma, daha önce bir arkadaşımın önerdiği ve salaş ama bir o kadar da meşhur olan bir şarap barı geldi: DiVino Wine Bar. Parlamento Binası’na doğru uzanan yol boyunca yürüdüm. Tuna’nın kıyısındaki ışıkların nehre vurduğu yansımaları izlemek ise ayrı bir keyifti. İnsanlar nehir kenarında oturmuş sohbet ediyor, köprülerden geçen arabaların sesleri şehrin melodisine eşlik ediyordu. DiVino Wine Bar’a vardığımda, dışarıdan çok da dikkat çeken bir yer değildi. Salaş, sıcak ve samimi bir ortam sunuyordu. İçeri girdim, etraf Macar şaraplarının isimlerini yazan kara tahtalarla doluydu. Garsona Macaristan’ın ünlü şaraplarından birini denemek istediğimi söyledim. Tokaji Aszú, dünyanın en eski tatlı şaraplarından biri olarak bilinir; ancak bu sefer tercihim daha kuru bir kırmızı şaraptan yana oldu: Egri Bikavér (namıdiğer “Boğa Kanı”).

Şarap ve Fotoğraf Anıları

Sipariş ettiğim şarap masama geldiğinde, rengi koyu bir yakut gibiydi. İlk yudumu aldığımda damağımda baharatlı, derin bir tat hissettim. Budapeşte’nin gece ritmiyle bu şarap inanılmaz bir uyum içindeydi. Yanımda getirdiğim MacBook’u çıkarıp gün boyunca çektiğim fotoğrafları aktarmaya başladım. Zincir Köprü’nün gün batımı ışıklarını, Parlamento Binası’nın altın rengi ihtişamını birer birer ekrana yansıttım. Fotoğrafların büyüsüne kapıldıkça, şaraptan birkaç yudum daha aldım. Yaklaşık iki saat boyunca orada oturdum; kimi zaman fotoğrafları düzenledim, kimi zaman ortamı izledim. Şarap ilerledikçe kafam biraz güzel olmuştu. Keyifli bir hafiflik hissiyle “Bu gece daha bitmedi,” dedim kendi kendime.

Kale’ye Doğru Yola Çıkış

DiVino’dan ayrıldığımda gece tamamen serinlemişti. Kale’ye (Buda Kalesi) gitmeye karar verdim. Şehrin gecesini uzun pozlama fotoğraflarla yakalamak istiyordum. Zincir Köprü’yü geçmek için yürümeye başladım. Köprünün üzerindeki ışıklar, Tuna Nehri’ne dökülüyor, yürüdükçe şehrin gece manzarası daha da etkileyici hale geliyordu. Buda tarafına geçtiğimde, Kale’ye çıkmak için bir alternatif aradım. Bir süre yürüdükten sonra Budavári Sikló adı verilen tarihi fünikülerle karşılaştım. Bu füniküler, Kale Tepesi’ne çıkmanın hem hızlı hem de nostaljik bir yoluydu. Biletimi aldım ve ahşap kabine bindim. Hafif bir sallantı eşliğinde yukarı doğru çıkarken, Budapeşte’nin ışıklarını seyretmek nefes kesiciydi. Her yükselişimde, Parlamento Binası’nın ve Tuna Nehri’nin manzarası biraz daha büyüleyici hale geldi.

Kale’de Gece Fotoğrafçılığı

Kale’ye vardığımda, gece çoktan şehri sarıp sarmalamıştı. Tripodumu kurdum ve uzun pozlama fotoğraflar çekmeye başladım. Balıkçı Tabyası’ndan Parlamento’nun ışıklarının suya yansıdığı manzara, adeta bir tablo gibiydi. Kale’nin taş duvarlarından yayılan hafif serinlik, şarabın verdiği sıcaklıkla birleşiyordu. Çektiğim fotoğraflar, Budapeşte’nin geceyi nasıl taşıdığını bir kez daha kanıtladı. Bu şehirde bir gecenin ne kadar dolu dolu geçebileceğini ilk kez deneyimliyordum. Şarap, fotoğraflar ve Tuna’nın gece ışıklarıyla bir araya gelen bu yolculuk, sadece bir geziden öte bir yaşanmışlığa dönüşmüştü. Budapeşte’nin hikâyesini kendi objektifimden yazmıştım.

Budapeşte'de Gecenin Büyüsü: Ulfajihu ile Karşılaşma

Buda Kalesi’nin taş zeminine tripodumu yerleştirmiş, uzun pozlama çekimlerime dalmıştım. Parlamento Binası’nın ışıkları Tuna Nehri’ne vuruyor, şehir, gece karanlığında bile sıcak ve canlı bir şekilde parıldıyordu. Tam bu sırada, birkaç metre ötemde bir kadın, yanındaki ekipman çantalarını yere koyarak hazırlanmaya başladı. İlk bakışta profesyonel olduğu her halinden belliydi. Yanında büyük bir tripod, devasa bir zoom objektifi ve harici ND filtreleri vardı. Tripodunun sabitliğini artırmak için kum torbaları bile getirmişti. İşini ciddiye alan biri olduğu her detaydan anlaşılıyordu.

Rose Şarap ve Bir Sohbetin Başlangıcı

Kadın, kurulumunu bitirdikten sonra çantasından bir şişe rose şarap çıkardı ve bana dönerek gülümseyerek bir kadeh ikram etti. O anki şaşkınlığımı gizleyemedim ama teşekkür ederek kabul ettim. Şarabı yudumlarken, ona gezi boyunca enerjimi korumak için yanımda taşıdığım atıştırmalık kuruyemişlerden ikram ettim. Bu küçük jest karşılıklı gülümsemelere ve ardından sıcak bir sohbete dönüştü. Adının Ulfajihu olduğunu söyledi. Portekizli bir fotoğrafçıymış ve GettyImages için çalışan Exclusive bir sanatçıymış. Bu, fotoğraflarının sadece Getty için çekildiği ve doğrudan yayımlandığı anlamına geliyordu. Gerçek bir profesyonel olduğu her hâlinden belliydi. Onunla tanışmak ve hikayesini dinlemek beni adeta büyülemişti.

Ulfajihu’nun Hikayesi: Afrika’dan Avrupa’ya Estetik Bir Yolculuk

Ulfajihu, Mozambik asıllı bir anne ve Portekizli bir babanın çocuğu olarak Lizbon’da doğmuştu. Annesi, genç yaşında Afrika’nın derinliklerinden Avrupa’ya göç etmiş, yaşam mücadelesi verirken tarihî ve kültürel estetiğe olan ilgisini korumayı başarmış bir kadındı. Ulfajihu, çocukken annesinin sahaflardan topladığı Afrika’nın dramını ve güzelliğini anlatan fotoğraflarla büyüdüğünü anlattı. Bu fotoğraflar, çoğunlukla 20. yüzyılın zor yıllarını anlatan, hem dramatik hem de estetik açıdan güçlü görüntülermiş. Annesi fotoğraf çekmezmiş ama bu topladığı fotoğraflarla, Ulfajihu’nun sanatsal bir bakış açısının gelişmesine katkıda bulunmuş. “Fotoğraf çekmeye başlamadan önce bile o karelerin içinde yaşıyordum.” demişti.

Felsefe ve Sanat Tarihi Yılları

Ulfajihu, üniversite eğitimi için gittiği Lizbon Üniversitesi’nde önce Felsefe okumuş ve ardından Sanat Tarihi üzerine doktora yapmış. Sanata dair kavramsal bir anlayış geliştirme isteği, onun fotoğrafa yaklaşımını derinleştirmiş. “Fotoğraf benim için sadece bir anı yakalamak değil, aynı zamanda bir hikaye anlatmak,” diyordu. Üniversite yıllarında ilk kamerasını aldığını ve Lizbon’un Arnavut kaldırımlı sokaklarında çekimler yaptığını anlattı. Zamanla, fotoğraf onun için bir tutkuya dönüşmüş. Bu tutkuyu, eğitiminden gelen sanatsal bakış açısıyla birleştirerek hem estetik hem de anlam dolu kareler çekmeye başlamış. Fotoğrafçılığıyla, annesinin onun için biriktirdiği o eski fotoğrafları adeta yeniden yaratmaya başlamış.

GettyImages ve Exclusive Oluşunun Hikayesi

Ulfajihu, mezuniyetinden sonra Portekiz’de çeşitli sergiler düzenlemiş. Özellikle bir sergisinde, Afrika kökenli bireylerin günlük yaşamlarını estetik ve güçlü bir şekilde yansıtan bir fotoğraf serisi büyük ilgi görmüş. Bu sergisini ziyaret eden bir fotoğrafçı sayesinde GettyImages ile tanışmış.

Getty Images: Profesyonel Fotoğrafçılığın Küresel Platformu

Getty Images, 1995 yılında Mark Getty ve Jonathan Klein tarafından kurulmuş, dünya çapında milyonlarca stok fotoğraf, video ve vektör görseli sunan bir platform. Yayıncılar, reklamcılar, medya kuruluşları ve yaratıcı profesyoneller için güvenilir bir kaynak olarak bilinir. Profesyonel fotoğrafçılar için ise sadece bir satış noktası değil, aynı zamanda küresel bir görünürlük sağlama alanıdır. Bu platformun dikkat çekici bir yönü, sadece sıradan görseller değil, yüksek kaliteli ve hikaye anlatma gücüne sahip karelere odaklanması. Getty Images, fotoğrafçılardan özel içerik talep eder ve özellikle "Exclusive" çalışan sanatçılarıyla bu çıtayı daha da yükseltir. Benim gibi fotoğraf tutkunu insanlar için, Getty, fotoğrafçılığın hem bir sanat hem de bir meslek olarak değer gördüğü bir yer.

Ulfajihu da bu platformun Exclusive fotoğrafçılarından biri olmuş. Onun bu platform aracılığıyla elde ettiği küresel görünürlük, Budapeşte’de çektiğimiz karelere bile yeni bir anlam kattı. Getty Images, sadece görsellerin satıldığı bir yer değil; hikayelerin anlatıldığı ve dünyaya yayıldığı bir köprü gibi. Getty için çalışmaya başladığında, fotoğraflarını yalnızca bir arşiv malzemesi değil, bir sanat eseri olarak değerlendiren bir perspektif geliştirmiş. “Exclusive” bir sanatçı olarak Getty’nin global projelerinde yer almış. Çektiği fotoğraflar, dünyanın dört bir yanındaki yayınlarda, dergilerde ve çevrimiçi platformlarda yayımlanmış. Afrika’dan Avrupa’ya uzanan hikayesini yansıtan her fotoğrafı, onun geçmişine ve kişisel estetik anlayışına bir gönderme sanırım.

Gecenin Büyüsü ve İki Fotoğrafçı

Ulfajihu’yla konuşurken, onun kamerasını nasıl ayarladığını izliyordum. ND filtrelerini objektifine yerleştirirken, geceyi nasıl uzun pozlama için mükemmel bir hale getirdiğini görmek beni hayran bırakmıştı. “Budapeşte’nin gece ışıkları, bir ressamın paletindeki renkler gibi,” diyordu. Onun bu sözleri, benim fotoğrafa bakışımı da etkiledi. O gece, hem kendi fotoğraflarımı çekip hem de onun hikayesini dinlemek, benim için unutulmaz bir deneyim oldu. Fotoğrafçılık, bizi farklı dünyalardan bir araya getiren ortak bir dil olmuştu. Ulfajihu’nun annesinden aldığı estetik miras, felsefe ve sanat tarihi eğitimiyle harmanlanarak onun her karesine yansıyordu. Gece ilerlerken, Budapeşte’nin soğuğunda şarabımızdan son birer yudum daha alıp, makinalarımızı toplamaya başladık.

Budapeşte’de Gece Biterken: Ulfajihu ile Dönüş Yolculuğu

Buda Kalesi’nde geçirdiğimiz gece, Budapeşte’nin büyülü atmosferi ve Ulfajihu’nun ilham veren hikayesiyle unutulmaz bir deneyime dönüşmüştü. Saatin geç olduğunu fark ettiğimizde, ertesi sabah gün doğumunu kaçırmamak için eve dönmeye karar verdik. İkimiz de aynı bölgede ev kiralamış olduğumuzu öğrenince, dönüş yolunda beraber taksiye binmek mantıklı geldi.

Taksiye Biniş ve Taksicinin Hikayesi

Kaleye yakın bir durakta bekleyen taksilerden birine yöneldik. Şoför, orta yaşlarda, Budapeşte’nin yerlisi olduğu hemen anlaşılan, neşeli biriydi. İngilizcesi akıcı değildi ama birkaç cümleyle bizi tanımaya çalıştı. Ulfajihu’yla sohbetimizi sürdürürken, şoför Tuna Nehri üzerindeki Zincir Köprü’den geçerken bize dönüp, “Burası gece bir başka güzeldir,” dedi. Gerçekten de öyleydi. Köprüden geçerken, Parlamento Binası’nın ve Buda Kalesi’nin ışıkları nehre yansıyordu. Taksici, köprünün hikayesini anlatmaya çalıştı. Zincir Köprü’nün, Budapeşte’yi Buda ve Pest olarak ikiye bölen Tuna’nın iki yakasını birbirine bağlayan ilk kalıcı köprü olduğunu söyledi. Kırık İngilizcesiyle anlattıkları, bize tarihi hissettiriyordu. Hatta köprünün bombalanıp sonra yeniden yapıldığını söylediği sırada, biz zaten manzaraya dalmış, fotoğraf çekmek için telefonlarımızı çıkarmıştık.

Old Town’a Geçiş

Köprüden geçtikten sonra taksi, dar sokakların arasında eski şehrin taş zeminlerinde ilerlemeye başladı. Ulfajihu ile evlerimizin olduğu bölgeye yaklaşırken, Budapeşte’nin sakin ama estetik dokusu daha da belirginleşti. Yoldaki sokak lambalarının altından geçerken, hafifçe sis çökmüş gibi duran sokaklar, fotoğraflarımızın bir sahnesi olabilecek kadar güzeldi. Taksici, birkaç dakika sonra bizi bıraktığında, her ikimiz de evlerimize gitmek için hazırdık ama aynı zamanda sabah gün doğumu için heyecanlıydık.

Vedalaşma ve Sabah Planı

Kapının önünde durup biraz konuştuk. Sabah için saatlerimizi ayarladık ama yine de birbirimizi WhatsApp’tan uyandırmaya karar verdik. “Sabah erken kalkmak bir fotoğrafçı refleksidir,” diye şakalaştım. Ulfajihu, “Ama birbirimizi uyandırmayı garantilemek iyi olur,” diyerek güldü. Son bir kez iyi geceler dileyip, o anki uykulu ama mutlu halimizi bir anı olarak bırakarak evlerimize ayrıldık. Kapımı kapatıp yatağıma uzandığımda, Budapeşte’nin tüm büyüsü zihnimde dönüp duruyordu. Ulfajihu’nun hikayesi, taksicinin anlattıkları ve köprünün geceki manzarası, bana bu gezinin her anının ne kadar kıymetli olduğunu hissettirdi.

Eve Girdiğimde Beklenmedik Misafirler

Eve girer girmez sabah için alarmımı kurdum mesaj atıp, “Hadi uyuyalım, sabah erken kalkacağız!” yazdım. Geceyi geride bırakmanın huzuruyla üzerimdeki ceketimi çıkarıp, salondaki büyük koltuğa uzandım. Günün yorgunluğu bedenimi hafifçe sarmış, ama bir yandan da gün içinde çektiğim fotoğrafları incelemek için sabırsızlanıyordum. MacBook’u masadan aldım ve dizime yerleştirip, fotoğraf makinemdeki dosyaları yedeklemeye başladım. Zincir Köprü’den Buda Kalesi’ne kadar o büyüleyici kareleri tek tek ekrana yansıtıyor, her bir detayı yeniden yaşıyordum. Bu şehirde bir başka güne başlamak için sabırsızlanıyordum.

İlk Hissediş

Tam o sırada, boynumda hafif bir kaşıntı hissettim. Gece boyunca açık havada kaldığım için sivrisineklerin iş başında olduğunu düşündüm. Çok üzerinde durmadan bir elimle kaşıyıp fotoğraflara geri döndüm. Ancak birkaç dakika geçmeden, bu sefer kolumda aynı kaşıntıyı hissettim. Yine aldırış etmedim. “Sivrisinekler Budapeşte’de de rahat vermiyor demek ki,” diye içimden geçirdim. Ama sonra kaşıntılar yoğunlaşmaya başladı. Hem boynumda hem de kollarımda daha belirgin bir rahatsızlık hissettim. Elimi kaşırken, derimin hafifçe kızardığını fark ettim. Bu durum artık canımı sıkmaya başlamıştı. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım.

Odanın Işığını Yakmak

Koltuğa yayılmış bir haldeyken doğruldum ve kaşıntının sebebini anlamak için odanın ışığını yaktım. Ne göreyim! O koskoca, eski koltuk yüzeyinde küçücük, kırmızımsı kahverengi böcekler hareket ediyordu. Gözlerime inanamadım. Koltuk tamamen tahta kurularıyla kaplanmıştı. Böcekler, koltuğun dikiş yerlerinden, kenarlarından, hatta minderlerin altından çıkıyordu. Sanki koltuk, bir anda yaşamaya başlamış gibiydi. Şaşkınlıkla yerimden sıçradım. O an paniğe kapıldım, çünkü bu küçük yaratıkların sadece kaşıntıya sebep olmadığını, aynı zamanda eşyalarıma bulaşma ihtimallerinin de olduğunu biliyordum.

Koltuktan Uzaklaşma ve Temizlik

Hemen koltuğun yanından uzaklaştım. Üzerimde hissettiğim kaşıntının iyice arttığını fark ettim. Elime telefonumla birlikte küçük bir el feneri aldım ve kendimi kontrol etmeye başladım. Kolumda birkaç tane daha küçük ısırık izi vardı ve bu izlerin etrafı hafifçe kızarmıştı. Anlaşılan, koltuktan kalkarken birkaç tane tahta kurusu da benimle birlikte hareket etmişti. O an aklıma ilk gelen şey, eşyalarımı kontrol etmek oldu. Kamera çantasını, MacBook’u ve diğer kişisel eşyalarımı hemen koltuktan uzaklaştırdım. Çantayı iyice inceledim ve şükür ki içinde herhangi bir hareketlilik görmedim.

Budapeşte’de Tahta Kurusu Krizi: Geceyi Kurtarma Planı

Ne yapacağımı düşünürken, oturduğum koltukta bir daha oturmanın mümkün olmayacağına karar verdim. Koltukta tahta kurularını gördüğüm anda hissettiğim şaşkınlık yerini hızla bir tiksintiye ve ardından sinire bıraktı. Durumun bu kadar rahatsız edici olacağını tahmin edemezdim. İlk iş olarak, evi bana teslim eden kişinin telefon numarasını aramaya karar verdim. Daha önce beni ne kadar hızlı yanıtladığını hatırlıyor ve bu sorunu hemen çözmesini bekliyordum.

Aramalar ve Sessiz Bir Telefon

Telefonu çaldı, çaldı… ama hiç kimse açmadı. “Tamam,” dedim kendi kendime, “Belki meşguldür.” Bu sefer WhatsApp üzerinden aramayı denedim. Çalıyordu, hatta karşı taraf çevrimiçiydi ama yine de cevap yoktu. Her aramadan sonra sinir katsayım biraz daha yükseldi. O an hissettiğim şey hem çaresizlik hem de yalnızlık hissiydi. Aramaların sonuç vermeyeceğini anlayınca durumu ayrıntılı bir şekilde yazmaya karar verdim. Mesajda olan biteni detaylıca anlattım: “Evin salonundaki büyük koltuk tamamen tahta kurularıyla kaplı. Isırıklar yüzünden kaşıntıdan duramıyorum. Tahta kurularından kurtulmak için eşyalarımı parkeden uzaklaştırmam gerekiyor. Bu durumun acilen çözülmesi lazım. Lütfen bir çözüm önerin ya da bu gece başka bir eve geçmemi sağlayın.” Gönder butonuna bastım ve cevap beklemeye başladım. Mesajım gönderildi, görüldü işareti belirdi. “Tamam,” dedim, “Şimdi cevap verecek.” Ama hiçbir şey olmadı. O an öfkem tavan yaptı. Çevrimiçi olduğunu görüyor, beni görmezden geldiğini biliyordum. Sanırım bu gece tahta kurularıyla baş başa kalacaktım.

Sabunla Savunma Hattı

Kendi kendime durumu kontrol altına almam gerektiğini söyledim. Sinirlenmek çözüm değildi. Hızla eşyalarımı toparlayıp, ahşap parkeden koridora doğru taşıdım. Koridorun zemini fayans kaplıydı ve böceklerin hareketini zorlaştıracak bir yapıya sahipti. Eşyalarımı güvenli bir alana almak için bir plan yapmam gerekiyordu. O sırada aklıma kampçılık yaptığım günlerden bir yöntem geldi. Çadırın etrafına sabun, tuz ya da benzeri bir bariyer oluşturduğumuzda, böceklerin geçmesini önleyebileceğimizi biliyordum. Hemen banyoya koştum ve sıvı sabunu kaptım. Fayans zemin üzerinde eşyalarımın etrafına bir daire çizecek şekilde sabunu sıktım. Daire tamamlandığında, bu bariyerin tahta kurularını uzak tutmasını umuyordum. Şimdi sıra uyuyacağım odaya geldi.

Yatak Odasına Çekilme

Yatak odasına geçtiğimde, buranın nispeten daha güvenli olduğunu fark ettim. Zemini laminant parke kaplıydı ve eşyalar yeniydi. Oda, salon gibi eski bir yapıya sahip değildi. Ancak tedbiri elden bırakmak istemiyordum. Odanın kapı girişine de aynı şekilde sabunla bir bariyer çizdim. Bu, gece rahat uyumamı sağlayacak küçük bir güvenlik önlemiydi. Yatak temiz görünüyordu ve üzerinde herhangi bir hareketlilik yoktu. Yine de üzerimde hissettiğim kaşıntılar yüzünden kendimi rahat hissetmiyordum. Ama başka çarem yoktu. Bir yandan salonun o eski koltuğundaki böcekler zihnimde dolanırken, bir yandan da bu geceyi nasıl atlatacağımı düşünüyordum.

Gecenin Sonunda

Yatağa uzandım ve derin bir nefes aldım. Telefonumu tekrar kontrol ettim, belki ev sahibi sonunda cevap vermiştir diye. Ama hayır, yine hiçbir şey yoktu. Bu sessizlik, canımı daha da sıkıyordu. “Sabah bu işi çözmek için daha iyi bir yol bulacağım,” diye kendimi telkin ettim. O an kendimi bir savaşçı gibi hissettim. Tahta kurularıyla bir geceyi hayatta kalarak geçirebileceksem, Budapeşte maceramın daha kötü bir kısmı olamazdı. Ve işte böyle, sabunla çizdiğim bariyerlerin arasında uykuya dalmaya çalıştım. Bu gece ne kadar garip olsa da, ileride anlatacak iyi bir hikayeye dönüşeceğini biliyordum.

Budapeşte’de Bir Sabah: Gün Doğumu, Şikayet ve Şarap Sürprizi

Geceyi sabun bariyerlerimin içinde geçirerek tahta kurularından uzak durmayı başardım. Ancak sabah güneş doğmadan, planladığımız gibi erkenden uyandım. Saat çaldığında hemen telefona sarılıp Ulfajihu’yu aradım. Neyse ki o da uyanmıştı. Hızla hazırlandım, fotoğraf makinemi ve ekipmanlarımı toparlayıp evden çıktım. Ulfajihu ile buluştuğumuzda, ikimiz de gün doğumunu kaçırmamak için sabırsızlanıyorduk. Bir taksi çağırıp Buda Kalesi’ne doğru yola koyulduk.

Kale’de Gün Doğumu Çekimi

Kale’ye vardığımızda, Budapeşte’nin sokak lambaları hâlâ yanıyordu, ancak ufukta ilk ışıklar belirmeye başlamıştı. Ekipmanlarımızı kurduk ve hızlıca pozisyon aldık. Gün doğumunun altın saatlerinde, hem fotoğraflar çektik hem de hızlandırılmış videolar kaydettik. Tuna Nehri’nin kıyısından Parlamento Binası’na kadar uzanan manzara, kelimenin tam anlamıyla büyüleyiciydi. Çekimler sırasında Ulfajihu’ya önceki geceyi ve tahta kurularıyla verdiğim mücadeleyi anlattım. Durumumu dinledikten sonra yüzünde beliren öfkeyi görmemek imkansızdı. “O ofisi biliyorum,” dedi. “Ben de aynı yerden kiraladım. İkimiz de oraya gidip durumu anlatmalıyız.” Dedi. Fotoğraf çekimini tamamladıktan sonra toparlanıp bu işi çözmeye karar verdik.

Finükülerle Kaleden İniş ve Köprüyü Geçiş

Ekipmanlarımızı topladıktan sonra, kaleden inmek için tarihi finüküleri kullandık. Hafif bir sallantıyla aşağı inerken, sabah ışıkları Tuna Nehri üzerinde oynamaya başlamıştı. O an, Budapeşte’nin gün doğumunda bile ne kadar estetik olduğunu bir kez daha düşündüm. Aşağı indiğimizde, Zincir Köprü’den yürüyerek karşıya geçtik. Hava serin ama canlandırıcıydı, nehrin üzerinde süzülen martılar ve köprüyü geçen birkaç araç dışında her şey sakindi. Köprüyü geçtikten sonra, şehirde e-scooter bulmak oldukça kolaydı. Ulfajihu ile birer scooter kiraladık ve tarihi sokakların arasından ofise doğru ilerledik. Rüzgarın yüzümüze çarpışı, sinirlerimizi biraz yatıştırmış gibiydi. Ancak ofise yaklaştığımızda, işlerimizin nasıl sonuçlanacağını merak ediyordum.

Ofise Varış ve İlk İzlenimler

Ofise vardığımızda, buranın dışarıdan oldukça eski ve salaş göründüğünü fark ettim. Eski bir apartmanın zemin katında, tamamen camekanla çevriliydi. İçeri adım attığımızda, gördüğüm manzara kaotik bir karmaşaydı. Dosyalar yığılmış, eşyalar gelişi güzel yerleştirilmişti. Masanın üzerinde yıllar öncesine ait gibi görünen bir bilgisayar ve yanına eşlik eden bir yazıcı duruyordu. Ve en dikkat çekeni: masanın köşesinde duran iki şişe şarap. O anda içimden geçen düşünce oldukça basitti: “Bu kadar eski ekipman ve düzensizlik içinde, gece yardıma ulaşmamış olmalarına şaşmamalı. Ayrıca sabah sabah şarap keyfi!” Bu fikri aklımdan geçirirken, orada bulunan bayana durumu anlatmaya başladım. Tahta kurularından bahsettim, telefonlarıma ve mesajlarıma cevap alamamış olmalarının beni nasıl zor durumda bıraktığını belirttim.

Çözüm ve Beklenmedik Jest

Bayan, tüm şikayetlerimi dikkatle dinledi. Ardından, başka evlerinin tamamen dolu olduğunu söyledi. Ancak, sorun nedeniyle hem 2 gecelik ev kiralama ücretimi iade edeceklerini hem de bu süre boyunca kalacağım otelin ücretini karşılayacaklarını ekledi. Ulfajihu ile göz göze geldik ve bu çözümü kabul etmeye karar verdik. Ne de olsa artık olay tatlıya bağlanmıştı.Tam ayrılmak üzereydik ki bayan nazik bir şekilde gülümseyerek, “Çok üzgünüz. Bu şarapları sizin için hazırladık. Eğer kabul ederseniz, mutlu oluruz,” dedi. O an, masanın üzerindeki şarap şişelerini gördüğümde aklımdan geçen düşünceler nedeniyle çok utandım. Sabahın bu saatinde içmeye başlamış olabileceklerini düşünmüş, önyargılı davranmıştım. Şişeleri kabul ettik ve teşekkür ederek ayrıldık.

Kruvasan ve Sıcak Süt Eşliğinde Kahvaltı

Kahvaltı için Budapeşte'nin ünlü kruvasancılarından À Table!'a gittik. Burası, Fransız mutfağının lezzetlerini sunan ve taze pişmiş kruvasanlarıyla tanınan bir mekândı. Ahşap dekorasyonu ve samimi atmosferiyle, sabahın erken saatlerinde huzurlu bir ortam sunuyordu. Tereyağlı kruvasanlarımızı sıcak süt eşliğinde yavaşça tadarken, Ulfajihu'nun Avusturya'nın dağ köylerine yapacağı seyahati ertelemesini ve benimle iki gün daha Budapeşte'de kalmasını teklif ettim. Ofis, yaşattığı sorun nedeniyle otel masraflarım karşılanmıştı; bu fırsatı birlikte değerlendirebileceğimizi düşündüm. Teklifime içtenlikle sevindi ve kabul etti, ancak bir şartı vardı: "Bu iki gün boyunca fotoğraf çekmeyi bırakıp şehri yaşamayı ve gezmeyi kabul edersen," dedi. Gülüştük ve önümüzdeki iki günün planlarını yapmaya başladık.

Otelimize Yerleşme

Konaklama için Novotel Budapest Danube'da bir oda ayırtmıştık. Tuna Nehri kıyısında, Parlamento Binası'nın karşısında yer alan bu otel, muhteşem manzarası ve merkezi konumuyla dikkat çekiyordu. Modern ve konforlu odalarımızda kısa bir mola verdikten sonra, şehri keşfetmek üzere dışarı çıktık.

Şehri Keşfetmek

Ulfajihu ile birlikte Budapeşte'nin sokaklarında kaybolduk. Fotoğraf makinelerimizi bir kenara bırakıp, şehrin ritmini hissetmeye odaklandık. Váci Utca'da alışveriş yaptık, Central Market Hall'da yerel lezzetleri denedik ve Széchenyi Termal Hamamları'nda rahatladık. Akşamları, Tuna Nehri kıyısında yürüyüş yaparak şehrin ışıklarını izledik.

Yeni Bir Dostluğun Başlangıcı

Bu iki gün boyunca, Ulfajihu ile derin sohbetler ettik, kahkahalar paylaştık ve birbirimizi daha yakından tanıdık. Onun sanata olan tutkusu ve hayat hikâyesi beni etkiledi; benim seyahat maceralarım ise ona ilham verdi. Budapeşte'de başlayan bu dostluğun, gelecekte farklı şehirlerde ve maceralarda devam edeceğini biliyorduk.

Devamını başka maceralarda anlatacağım.

 

Prag


Prag'ta
Jazz Gecesi...

 

Budapeşte’deki büyüleyici birkaç günün ardından sabah erken saatlerde Prag’a doğru yola çıktım. Tren yolculuğu hem rahat hem de Avrupa’nın eşsiz doğa manzaralarını izleme fırsatı sundu. Tren, öğleden sonra Prag’a vardı. Şehre yaklaşırken kırmızı çatılar, tarihi köprüler ve Vltava Nehri’nin sakinliği beni karşılamaya başladı. İstasyondan çıkıp Airbnb’den kiraladığım eve doğru yürümeye başladım. Ev, tren istasyonuna yakın, sessiz bir sokakta yer alıyordu. Akşamüstü saatlerinde Prag’ın meşhur altın ışığı binaları yumuşakça aydınlatıyordu. Sokaklarda yürürken hem şehrin tarihi havasını hem de modern yaşamın izlerini fark etmek mümkündü.

Airbnb’de İlk İzlenimlerim
Eve vardığımda beni temiz ve düzenli bir ortam karşıladı. Airbnb’de kalmak, seyahatlerimde genelde tercih ettiğim bir seçenek, çünkü ev ortamı sunması ve rahat hissettirmesi benim için önemli. Ev geniş, aydınlık ve modern bir şekilde dekore edilmişti. Yerlerde parke, mutfakta modern eşyalar ve oturma alanında konforlu bir kanepe vardı. Yatak odası ise sade ama oldukça şıktı; temiz beyaz çarşaflar ve yumuşacık bir yastık beni bekliyordu. Uzun bir yolculuktan sonra, böyle bir ortamda kendimi hemen rahat hissettim. Pencereden dışarı baktığımda şehrin taş döşeli sokaklarını, park etmiş birkaç tramvayı ve arka planda yükselen tarihi binaları görebiliyordum. Prag’a geldiğimi artık iyice hissetmeye başlamıştım.

Yerel Para Birimiyle Tanışma
Prag, Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen Euro yerine kendi para birimi olan Çek Korunası (CZK) kullanıyor. Bu nedenle dışarı çıkmadan önce biraz yerel para bozdurmam gerekti. Neyse ki istasyona yakın bir döviz bürosu bulmak hiç zor olmadı. Euro’mu Çek Korunası’na çevirirken hızlı bir matematikle kafamda oranları hesaplamaya çalıştım. İlk başta biraz karmaşık gibi gelse de döviz kurları oldukça açıktı. Bu küçük para bozdurma macerası, aynı zamanda Prag’ın ekonomik düzenine ve günlük yaşamına bir adım atmama vesile oldu. Bozdurduğum parayı alırken, elimdeki Çek Korunası banknotlarının tasarımlarına dikkatlice baktım. Hepsi tarihî figürlerle süslenmişti ve oldukça estetik bir görünüme sahipti.

Pragda İlk Keşif
Para işini hallettikten sonra şehrin sokaklarında kısa bir yürüyüşe çıktım. İstasyona yakın bu bölgede, hem yerel halkın günlük hayatına hem de şehri keşfetmeye gelen turistlerin coşkusuna tanıklık ediyordum. Gün batımı, Prag’a mistik bir atmosfer katmıştı. Hafifçe serinleyen hava, tarihi yapılar arasında dolaşırken insanın ruhunu dinlendiren bir his uyandırıyordu. Günün yorgunluğu yavaş yavaş üzerime çökerken eve dönüp dinlenmeye karar verdim. Pencereden dışarı bakıp Prag’ın akşam ışıklarıyla aydınlanan sokaklarını izlerken, bu şehrin bana daha neler sunacağını merak ediyordum. İlk izlenimlerim oldukça olumlu, Prag’ın büyüleyici havasını keşfetmek için sabırsızlanıyordum. Yarın beni Vltava Nehri kıyısında uzun bir yürüyüş ve meşhur Karl Köprüsü’nün altındaki masalsı manzaralar bekliyordu..

Pragda Cazın Kalbi: Jazz Republic
Akşamın ilerleyen saatlerinde, daha önce müzisyen arkadaşlarımın sıkça bahsettiği Jazz Republic Bar’a gitmek üzere yola çıktım. Prag’ın Old Town bölgesinde, tarihi sokakların arasında gizlenmiş bu mekân, caz severler için bir buluşma noktası olarak biliniyor. Bar, dışarıdan bakıldığında sade bir tabelayla kendini belli ediyordu. Ancak içeri girdiğimde, atmosferin tamamen farklı olduğunu hemen anladım.

Jazz Republice İlk Adım
Bar, tarihi bir binanın alt katlarında yer alıyor. Girişten itibaren merdivenler sizi aşağıya doğru üç kat indiriyor. Her katın duvarları, Prag’ın eski caz kültürünü yansıtan siyah-beyaz fotoğraflar ve afişlerle süslenmiş. Mekânın duvarlarında hafifçe kararmış tuğla dokusu ve loş ışıklar, nostaljik bir hava yaratıyor. Aşağı indikçe, sahneden gelen hafif bir saksafon melodisi duyulmaya başlıyor ve sizi cazın büyülü dünyasına hazırlıyor.Barın ana salonuna vardığımda sıcak ve samimi bir ortamla karşılaştım. Sandalyeler ve masalar ahşaptan, hafif eskimiş ama bir o kadar da otantik bir hava taşıyor. Yer yer minderlerle kaplanmış banklar, kalabalığın daha rahat bir şekilde oturmasını sağlıyor. Mekânda, yoğun bir kahverengi ve kırmızı ton hakim. Sahnede performans sergileyen grup, tam bu nostaljik atmosferi tamamlayan bir görüntü sunuyor.

Caz Grubunun Performansı
Sahnede üç kişilik bir caz grubu vardı: bir saksafon sanatçısı, bir elektro gitarist ve davulcu. Saksafonun kadifemsi melodileri, elektro gitarın modern dokunuşlarıyla birleşiyor ve arkada davulun yumuşak ritmiyle büyüleyici bir atmosfer yaratıyordu. Performansları hem sakinleştirici hem de canlandırıcıydı. Arka planda mekânın diğer konukları, bu müziği sessizce dinlerken başlarını ritme hafifçe sallıyorlardı. Arada birkaç kişi, kendi aralarında mırıldanarak çalan parçaları tanıdıklarını belirtiyor, bu da müzikle kurulan kişisel bağın güzel bir göstergesi oluyordu.

El Yapımı Biraların Tadına Bakmak
Mekâna özgü bir diğer özellik de el yapımı biralarıydı. Menüde farklı türlerden birçok bira vardı; her biri yerel tariflerle hazırlanmış ve Prag’a özgü aromalar içeriyordu. Garsonun önerisiyle, karamelli ve hafif kavruk bir aromaya sahip koyu renkli bir bira sipariş ettim. Bardaktan yükselen hafifçe malt kokusu, tadını merakla beklememi sağladı. İlk yudumda hafif acılık ve karamelsi tat, damağımda mükemmel bir denge kurdu. Yan masadaki bir çift ise meyvemsi bir bira deneyerek birbirleriyle tadım notlarını paylaşıyordu. Bar, sadece caz müziğiyle değil, bu özel biralarıyla da bir kültür yaratmış gibiydi.

Jazz Republicte Geçen Zaman
Barın içindeki insanlar, mekânın atmosferine uyum sağlamıştı. Gelenlerin çoğu orta yaş grubundaydı, sakin ve kültürlü bir duruş sergiliyorlardı. Herkesin yüzünde hafif bir gülümseme vardı; burası, müziğin ve sohbetin rahat bir şekilde birleştiği bir yerdi. Garsonlar samimi ve ilgiliydi; sahneye yakın oturduğum için arada bir gelip bira ya da atıştırmalık isteyip istemediğimi soruyorlardı. Masalara konulan mum ışıkları, loş ortamı daha da sıcak hale getiriyordu.

Jazz’ın Sihri
Müzik devam ettikçe sahnedeki grup, doğaçlama performanslarla dinleyenleri mest etti. Saksafon sanatçısı, ara sıra uzun ve duygusal sololarıyla seyircileri adeta hipnotize ediyordu. Elektro gitarın daha modern tonları ise parçaları bir adım öteye taşıyor, davulun dengeli ritmi bu uyumu mükemmel şekilde tamamlıyordu. Bu büyüleyici atmosferde zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim. Jazz Republic, sadece müzik dinlemek için bir yer değil, aynı zamanda Prag’ın ruhunu hissetmek için eşsiz bir nokta. O gece, hem müziğiyle hem de ortamıyla hafızama kazınacak bir deneyim yaşadım. Prag’a gelen herkese bu samimi mekânı mutlaka öneririm.

Jazz Republicten Norveçli Bankacılarla Eğlenceli Bir Gece
Jazz Republic’te geçirdiğim keyifli saatlerin ardından kapıya çıktığımda, yağmur hafif çiselemeye devam ediyordu. Tam eve dönmeyi planlarken, kapının önünde oldukça enerjik bir grup dikkatimi çekti. Eğlenceli kahkahalar atıyor, birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Hemen yanımdan geçerken içlerinden biri bana dönüp, “Merhaba, sen de yalnız gibi görünüyorsun, bize katılmak ister misin?” dedi. Bu davet, içten bir gülüşle geldiği için tereddüt etmeden sohbete dahil oldum.

Norveç’ten Bankacılar
Grup, Norveç’ten bir toplantı için Prag’a gelmiş bankacılardan oluşuyordu. İşlerini bitirmişler ve geceyi eğlenceli bir şekilde değerlendirmek istiyorlardı. Aralarından biri, bir uygulamadan bahsetti. Bu uygulama, şehirdeki turistlere gece hayatını tanıtmak için özel rehberler ayarlıyordu. “Rehber, eğlenceli bir çift olarak geliyor ve bizi Prag’ın en iyi gece kulüplerine, barlarına ve gizli köşelerine götürüyor,” diye açıkladılar. Benim de katılabileceğimi söylediklerinde, “Neden olmasın?” dedim. Uygulama üzerinden ücreti kolayca ödedim ve grup heyecanla rehberlerin gelmesini beklemeye başladı.

Rehberlerin İlginç Girişi
Kısa bir süre sonra rehber çift geldi ve onları görür görmez şaşkınlıkla karışık bir kahkaha attım. İkisi de oldukça ilginç ve renkli kostümler giymişti. Kadın rehber uzun, parlak bir kırmızı elbise ve başında tüylü bir şapka takmıştı. Erkek rehber ise kocaman bir papyon, mor bir ceket ve pırıl pırıl bir fötr şapka ile adeta bir şov dünyasından fırlamış gibiydi. İkisi de enerjik ve oldukça sempatikti. “Hazırsanız Prag’ın en renkli gece hayatını keşfetmeye gidiyoruz!” dediler.

Geceyi Başlatıyoruz
İlk durak, Old Town’daki bir kokteyl barıydı. Rehberler, hem mekân hakkında bilgiler veriyor hem de bize özel içecek önerilerinde bulunuyorlardı. Barın içi klasik bir Art Deco tasarımına sahipti ve menüde Prag’a özgü tatlar dikkat çekiyordu. Burada biraz vakit geçirdikten sonra rehberler bizi daha farklı bir atmosfere sahip bir mekâna götürmek üzere yola çıkardı. Yolda rehberlerin enerjisi hiç düşmüyordu. Prag’ın sokaklarında yürürken, her köşe başında şehir hakkında eğlenceli hikayeler anlatıyor, arada bizi durdurup komik grup fotoğrafları çekiyorlardı. Norveçli grup da oldukça samimi ve eğlenceliydi; sürekli şakalar yapıyor, Prag’a dair merak ettiklerini rehberlere soruyorlardı.

Prag’ın Gizli Gece Kulübü
Rehberler sonunda bizi “sadece özel misafirlere açık” dedikleri gizli bir gece kulübüne götürdü. Mekân, dışarıdan eski bir apartman gibi görünüyordu, ama içeri girdiğimizde adeta bambaşka bir dünyaya adım attık. Duvarlar neon ışıklarla kaplıydı, yerlerde geometrik desenli halılar ve devasa bir dans pisti vardı. DJ kabininde bir sanatçı, modern elektronik müzik çalarken, barın etrafında insanlar dans ediyordu. Grup, bu enerjik ortamda hemen dağıldı. Norveçliler dans pistine atladı, ben ise rehberlerin önerisiyle Prag’a özgü bir kokteyl denemeye karar verdim. Kokteyl, absinthe ve limonla yapılan hafif acımtırak bir içecekti ve gerçekten eşsiz bir aroması vardı.

Geceye Damga Vuran Anlar
Gece ilerledikçe rehber çiftin sürprizleri bitmek bilmedi. Bir ara bize kısa bir salsa dersi verdiler ve herkes sahnede birbirine eşlik ederek dans etti. Norveçli grup, şaşırtıcı derecede uyumluydu ve arada komik figürlerle dans pistine renk kattılar. Bu sırada ben, bir köşede Prag’ın gece hayatının ne kadar çeşitli ve eğlenceli olduğunu düşünüyor, anın tadını çıkarıyordum.

Gecenin Sonu ve Yeni Dostluklar
Saatler ilerledikçe yorgunluk kendini hissettirmeye başladı. Rehberler bizi tekrar Old Town meydanına kadar getirdi. Norveçli grup, “Bu gece inanılmazdı, sen de aramıza katıldığın için çok memnun olduk!” dedi. Telefonlarımızı değiş tokuş ettik ve onların Norveç’te olduğunu duyunca, “Bir gün Norveç’e gelirsem kesinlikle sizinle buluşmak isterim,” dedim. Onlar da Prag’dan sonraki tatilimde beni kesinlikle Norveç’e beklediklerini söylediler.

Daveti Unutmadım
Son olarak, “Eğer yolunuz Türkiye’ye düşerse, özellikle Antalya’ya mutlaka gelin. Size sahillerimizi ve yemeklerimizi göstermek isterim,” diyerek onları davet ettim. Grubun lideri, “Antalya harika bir fikir, belki bir sonraki tatilimizde seni şaşırtırız!” dedi. Bu gece, sıradan bir bardan çıkıp rehberlerle Prag sokaklarında başlayan bir macera olarak hafızama kazındı. İnsanlarla bağ kurmanın, farklı kültürlerden dostluklar yaratmanın keyfini bir kez daha hissettim. Şimdi Prag sadece tarihi bir şehir değil, aynı zamanda unutulmaz anılarla dolu bir yolculuk noktası oldu.

 

gecerinsight

 

Karın Ağrısı


Emre Hocam, Karnım Ağrıyor

 

Merhaba sevgili Arkadaşlar, bugün size karın ağrısının nasıl değerlendirilmesi gerektiğinden bahsetmek istiyorum. Karın ağrısı çok farklı nedenlerden kaynaklanabilir ve bu nedenle doğru tanıya ulaşmak için adım adım ilerlemek çok önemlidir.

1. Öykü Alma ve Fizik Muayene

Karın ağrısının detaylarını anlamak için bazı sorular sorarız: Ne zaman başladı, nerede hissediliyor, şiddeti nasıl, başka bir yere yayılıyor mu? Ağrının nasıl bir ağrı olduğunu anlamak da önemli: Örneğin, bıçak saplanır gibi mi, kramplı mı, sürekli mi yoksa gelip giden bir ağrı mı? Bu tür bilgiler, hangi organın etkilendiğini anlamamıza yardımcı olur. Fizik muayene sırasında, elimizle karnınıza bastırarak ağrının yerini ve muhtemel nedenini anlamaya çalışırız. Peritonit (karın zarı iltihabı) gibi durumlarda, muayene sırasında karnınıza bastırdığımızda ani bir hassasiyet (rebound hassasiyeti) ve kasların sertleşmesi gibi belirtilerle karşılaşabiliriz.

2. Ayırıcı Tanı ve Testler

Karın ağrısının birçok farklı nedeni olabilir; bu yüzden ayrıntılı bir değerlendirme yapmak çok önemlidir. Özellikle akut cerrahi gerektiren durumlar (apandisit gibi apandisin iltihaplanması veya perforasyon gibi bir organın yırtılması) ve acil olmayan durumlar (irritabl bağırsak sendromu, kabızlık gibi) arasında ayırım yapmak gerekir. Hastanın hikayesini detaylıca dinleriz ve gerekirse kan tahlili, idrar testi veya ultrason gibi görüntüleme yöntemleriyle tanıya ulaşmaya çalışırız.

3. Kritik Durumlar ve Erken Müdahale

Bazı durumlar çok acil olabilir. Örneğin, karın içindeki ana damarların yırtılması (rüptüre anevrizma) gibi bir durumda hızlı hareket etmemiz şarttır. Bu gibi durumlarda sıvı tedavisine hemen başlanır ve hasta acilen ameliyata alınır. Zamanı iyi kullanmak bu tür durumlarda hayat kurtarıcı olabilir.

4. Tedavi ve Takip Karın ağrısının sebebine göre tedavi planı oluştururuz. Bazı durumlar acil cerrahi müdahale gerektirirken, bazıları sadece ilaç tedavisi ve izlem gerektirebilir. Ağrının şiddetine göre uygun ağrı kesiciler kullanırız ve gerekirse diğer bölüm doktoru arkadaşlardan görüş alırız.

5. Öykü ve Fizik Muayenenin Önemi

Unutmayalım ki, karın ağrısının tanısında en önemli nokta hastanın hikayesini iyi dinlemek ve detaylı bir muayene yapmaktır. Hiçbir laboratuvar testi, dikkatli bir öykü kadar faydalı olamayabilir. Bu yüzden, şikayetlerinizi ve ağrının özelliklerini doğru bir şekilde ifade etmeniz çok önemli.

Pariyetal Peritonun İltihabı (Peritonit)

Bazı karın ağrıları, karın zarının iltihaplanmasından kaynaklanabilir. Periton adı verilen bu zar, karın içindeki organları kaplayan bir dokudur. Peritonit, genellikle şiddetli ve sürekli bir ağrıya yol açar ve bu ağrı genellikle belirli bir bölgede yoğunlaşır. Bu durumda karın kasları sertleşir ve hastalar öksürmek ya da hareket etmekle bile ağrının arttığını hisseder. Peritonit, karın içine bakteri bulaşması (apandis patlaması gibi) veya mide asidinin karın boşluğuna kaçması sonucu oluşabilir ve acil müdahale gerektirir.

Lümeni Olan İç Organların Tıkanıklığı

Karın içindeki bazı organların tıkanması da karın ağrısına yol açabilir. Bu organlara bağırsaklar, safra yolları, pankreas kanalları ve idrar yolları örnek verilebilir. Bu tıkanıklıklar, organ içeriğinin serbestçe akmasını engelleyerek şiddetli ağrılara neden olabilir.

Bağırsak Tıkanıklığı: Bağırsak tıkanıklığı, genellikle gelip giden, yani "kolik" tarzda ağrılara yol açar. Bu tıkanıklık ilerledikçe ağrı sürekli hale gelebilir ve bu durum karın şişliği ve mide bulantısı gibi belirtilerle birlikte olabilir.
Safra Yolu Tıkanıklığı: Safra yollarının ani tıkanması, sağ üst karında başlayan ve sırta yayılan yoğun bir ağrıya neden olabilir. Bu ağrı tipik olarak yoğun ve süreklidir.
Pankreas Tıkanıklığı: Pankreas kanallarının tıkanması da üst karında hissedilen ve sırta yayılan şiddetli bir ağrıya yol açabilir. Bu durumda, ağrı yatarken artabilir, ayakta durmak veya öne eğilmekle bir miktar azalabilir.
Mesane Tıkanıklığı: Mesanenin tıkanması, kasık üstü bölgede hissedilen, bazen sürekli rahatsızlık yaratan bir ağrıya neden olabilir.
Üreter Tıkanıklığı: Böbrekten mesaneye idrar taşıyan üreter kanalının tıkanması, kasık bölgesinde şiddetli bir ağrıya yol açabilir. Bu ağrı genellikle dalgalar halinde gelir ve gider.

Damarsal Rahatsızlıklar ve Karın Ağrısı

Karın ağrısı bazen karın içindeki damarlarla ilgili sorunlardan kaynaklanabilir. Bu durumda, karın içindeki kan akışı engellenir veya ani damar yırtılmaları meydana gelir ve bu da şiddetli ağrılara yol açar.
• Süperiyor Mezenterik Arter Tıkanıklığı (bağırsakları besleyen ana damarlardan birinin tıkanması): Bu durumda karın ağrısı yaygın ve süreklidir. Hasta, bu ağrıyı genellikle günlerce hisseder ve bu sırada belirgin bir sertlik veya hassasiyet olmaz.
• Abdominal Aort Anevrizması (karın bölgesindeki en büyük damar olan aortta balonlaşma ve yırtılma): Bu durumda karın ağrısı bel veya genital bölgeye yayılabilir ve sürekli bir rahatsızlık hissi yaratabilir.

Karın Duvarından Kaynaklanan Ağrılar

Karın ağrısı bazen karın içindeki organlardan değil, karın duvarından kaynaklanabilir. Karın kaslarının aşırı kullanılması veya travma sonucu oluşan ağrılar, hareket etmekle veya uzun süre ayakta durmakla artabilir. Bu tür ağrıları karın içindeki sorunlardan ayırt etmek için baskı uyguladığımızda daha belirgin hale gelmesine bakarız.

Yansıyan Ağrı ve Karın Ağrısı

Bazen karın ağrısı, karın dışındaki başka bir bölgeden kaynaklanarak karın bölgesinde hissedilir. Buna "yansıyan ağrı" deriz. Mesela, kalp krizi gibi bir durumda, ağrı bazen göğüste değil, karında hissedilebilir. Akciğer enfeksiyonu (zatürre) veya yemek borusu hastalıkları da karın ağrısı olarak ortaya çıkabilir.

Metabolik Abdominal Kriz

Bazı karın ağrılarının nedeni vücudun metabolik dengesizlikleri olabilir. Yani bu durumda sorun, karın içindeki organlardan değil, vücudun genel kimyasal dengesinden kaynaklanır. Mesela, hiperlipidemi (kanda yağ düzeylerinin çok yüksek olması) pankreas iltihabı gibi belirtilere yol açabilir ve gereksiz cerrahi müdahalelere neden olabilir. Akdeniz Ateşi gibi genetik hastalıklar da karın ağrısının sebebi olabilir. Bu tür durumlarda, karın ağrısının kaynağını belirlerken metabolik bozuklukları da dikkate alırız.

Nörolojik Nedenlerle

Karın Ağrısı Bazı karın ağrıları, aslında sinir sistemindeki sorunlardan kaynaklanabilir. Mesela, sinirlerde meydana gelen hasarlar (zona hastalığı gibi), karın bölgesinde yanma veya batma hissine neden olabilir. Omurilikten çıkan sinirlerin sıkışması da karın ağrısı olarak hissedilebilir. Bu tür durumlarda ağrı genellikle belirli bir hattan yayılır ve karın kaslarında sertlik oluşmaz.

Unutmayın

Karın ağrısının çok farklı nedenleri olabilir ve her zaman ciddiye alınması gereken bir durumdur. Eğer ani ve şiddetli bir karın ağrınız varsa, mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurmanız çok önemlidir.

 

Baş Ağrısı


Emre Hocam, Başım Ağrıyor

 

Merhaba, baş ağrısı şikayeti çok yaygın ve herkesin zaman zaman karşılaştığı bir durumdur. Baş ağrısı çok farklı nedenlerden kaynaklanabilir ve bu yüzden her baş ağrısını dikkatle değerlendirmek önemlidir. Şimdi size baş ağrısının nedenlerini anlamak ve doğru tanıya ulaşmak için neler yaptığımızı, adım adım anlatmak istiyorum.

1. Öykü Alma ve Fizik Muayene
Baş ağrınızın nedenini anlayabilmemiz için önce sizin hikayenizi dinlememiz gerekiyor. Baş ağrınız ne zaman başladı, nasıl başladı, şiddeti nasıl? Ağrı, başınızın belirli bir tarafında mı yoksa tüm başınızı mı etkiliyor? Ağrınız zonklayıcı mı, sıkıştırıcı mı, yoksa baskı tarzında mı? Bu sorulara vereceğiniz yanıtlar, baş ağrınızın türünü anlamamıza yardımcı olur. Örneğin, migren genellikle tek taraflı ve zonklayıcı bir ağrı olurken, gerilim tipi baş ağrısı iki taraflı ve sıkıştırıcı olabilir. Ayrıca başka belirtileriniz var mı? Bulantı, kusma, ışığa ya da sese hassasiyet gibi durumları da soruyoruz çünkü bunlar da bize önemli ipuçları veriyor.

Muayene sırasında, kan basıncınızı ve nabzınızı ölçeriz. Bunun yanında gözlerinizi de inceleriz, göz dibine bakarak beyinde basınç artışı olup olmadığını anlamaya çalışırız. Yüksek tansiyon veya gözde ödem gibi bulgular, baş ağrınızın nedeni hakkında bize fikir verir.

  • Ayırıcı Tanı ve Görüntüleme Testleri
    Baş ağrısının birçok farklı nedeni olabilir ve bazen ciddi bir durumun belirtisi olabilir. Örneğin, çok ani ve şiddetli bir baş ağrısı yaşıyorsanız, bu durum bazen beyinde kanama gibi acil müdahale gerektiren bir durumun belirtisi olabilir. Böyle bir durumda beyin tomografisi (beynin detaylı görüntüsünü çekmek) veya MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) yapmamız gerekebilir. Bu görüntüleme yöntemleriyle beyninizde herhangi bir sorun olup olmadığını kontrol ederiz.

Bazı durumlarda, beyin omurilik sıvısını incelemek için belden sıvı almamız (lomber ponksiyon) gerekebilir. Bu test, özellikle beyinde enfeksiyon veya kanama olup olmadığını anlamamıza yardımcı olur. Örneğin, menenjitten şüpheleniyorsak ve bu durum baş ağrınıza eşlik eden ateş, ense sertliği gibi belirtilerle beraber geliyorsa, bu testi yapmak çok önemlidir.

  1. Baş Ağrısı Türlerini Belirlemek
    Baş ağrıları genel olarak iki ana gruba ayrılır: Birincil ve ikincil baş ağrıları. Birincil baş ağrıları, herhangi başka bir hastalıktan bağımsız olarak kendi başına gelişir. Migren, gerilim tipi baş ağrısı ve küme baş ağrısı bu gruba girer.
  • Migren:
    Migren genellikle başın bir tarafında zonklayıcı bir ağrı şeklinde hissedilir ve bulantı, kusma, ışığa veya sese duyarlılık gibi belirtilerle birlikte olabilir. Bazen migren başlamadan önce “aura” dediğimiz, görme bozuklukları veya yanıp sönen ışıklar gibi belirtiler de görülebilir. Migren tedavisinde ağrıyı hafifletecek ilaçlar kullanırız ve ayrıca stres azaltıcı yöntemler, uyku düzeni, dengeli beslenme gibi yaşam tarzı değişiklikleri de migrenin kontrol altına alınmasında çok önemlidir.
  • Gerilim Tipi Baş Ağrısı:
    Bu tür baş ağrısı genellikle başın her iki tarafında sıkıştırıcı bir tarzda hissedilir ve çoğu zaman stres kaynaklıdır. Bu durumda gevşeme egzersizleri, kas gevşeticiler ve basit ağrı kesiciler kullanabiliriz. Stresle baş etme yöntemleri de bu ağrının tedavisinde oldukça etkilidir.
  • Küme Baş Ağrısı:
    Genellikle göz çevresinde çok şiddetli bir ağrı olarak hissedilir ve ataklar halinde gelir. Bu ataklar bazen haftalarca veya aylarca sürebilir. Küme baş ağrılarında oksijen tedavisi veya bazı özel ilaçlar kullanarak bu ağrıyı hafifletmeye çalışırız.
  1. Sekonder Baş Ağrısı ve Ciddi Durumlar
    Sekonder baş ağrıları ise başka bir hastalıktan kaynaklanan baş ağrılarıdır. Bu tür baş ağrıları bazen ciddi bir durumun belirtisi olabilir. Örneğin, menenjit (beyin zarı iltihabı), beyin tümörü veya göz tansiyonu gibi hastalıklar sekonder baş ağrılarına neden olabilir. Eğer baş ağrınıza ateş, ense sertliği, görme kaybı, ani gelişen şiddetli bir ağrı ya da bilinç bulanıklığı eşlik ediyorsa, bu durumda hemen acil bir değerlendirme yapmamız gerekir.
  2. Tedavi ve Hasta Eğitimi
    Baş ağrısının tedavisi, ağrının türüne ve altında yatan nedene bağlı olarak değişir. Eğer migren gibi birincil bir baş ağrınız varsa, bu durumda atakların sıklığını ve şiddetini azaltmak için uygun ilaçları kullanırız. Bunun yanında, tetikleyici faktörlerden kaçınmanız çok önemlidir. Örneğin, uykusuzluk, açlık veya stres migreni tetikleyebilir. Bu nedenle düzenli uyku, dengeli beslenme ve stresle baş etme yollarını öğrenmek önemlidir.

Gerilim tipi baş ağrısı varsa, gevşeme egzersizleri, kas gevşeticiler ve hatta bazen psikolojik destekle bu durumu kontrol altına alabiliriz. Küme baş ağrılarında ise oksijen tedavisi ve bazı ilaçlar kullanarak ağrıyı azaltmaya çalışırız.

Psikolojik Durumun Değerlendirilmesi
Baş ağrısının değerlendirilmesinde psikolojik durumunuz da önemlidir. Eğer uzun süredir devam eden bir baş ağrınız varsa ve bu ağrı hayatınızı olumsuz etkiliyorsa, depresyon gibi bir durum da bu ağrıyı tetikliyor olabilir. Bu tür durumlarda antidepresan ilaçlar ve psikoterapi ile baş ağrınızı kontrol altına almak mümkün olabilir.

Hasta Eğitimi ve Yaşam Tarzı Değişiklikleri
Baş ağrısını tedavi ederken sadece ilaç kullanmak yeterli olmaz. Yaşam tarzınızı da düzenlemek önemlidir. Düzenli uyku alışkanlığı edinmek, stresi yönetmeyi öğrenmek, dengeli beslenmek ve düzenli egzersiz yapmak, baş ağrılarınızı kontrol altına almanıza yardımcı olabilir. Ayrıca, migreni tetikleyen faktörlerin farkında olmanız da önemlidir. Aşırı kafein tüketimi, düzensiz uyku ya da açlık migreni tetikleyebilir. Bu yüzden kendi tetikleyicilerinizi tanımanız ve bunlardan kaçınmanız gerekir.

Unutmayın!!!
Baş ağrısı yaşam kalitenizi düşüren ve sık sık tekrarlayan bir durumsa, mutlaka bir doktora başvurmalısınız. Her baş ağrısı aynı değildir ve her birinin farklı bir nedeni olabilir. Şikayetlerinizi doğru bir şekilde anlatmak ve zamanında bir hekime başvurmak, baş ağrısının doğru tedavisi için çok önemlidir.

 

gecerinsight

 

Göğüs Ağrısı


Emre Hocam, Göğüs Ağrım Var

 

Merhaba! Göğüs ağrısı çok yaygın bir şikayet ve farklı nedenlerden kaynaklanabiliyor. Bazen bu ağrı masum bir kas spazmı olabilirken, bazen de kalp krizi gibi acil müdahale gerektiren bir duruma işaret edebilir. Bu yüzden göğüs ağrısını hafife almamak ve doğru değerlendirmek çok önemli. Şimdi, bu tür bir durumda biz neler yapıyoruz, hangi soruları soruyoruz ve hangi testleri yapıyoruz, bunlara ayrıntılı şekilde bakalım.

1. Göğüs Ağrısının Hikayesini Dinlemek

İlk olarak, ağrınızın ne zaman başladığını, nasıl bir ağrı olduğunu ve nelerle ilişkili olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Ağrı aniden mi başladı, yoksa yavaş yavaş mı? Ne kadar süredir devam ediyor? Göğsünüzde tam olarak nerede hissediyorsunuz ve bu ağrı başka bir bölgeye yayılıyor mu? Örneğin, çeneye, omuza veya sol kola doğru bir yayılma var mı? Ağrının türü de bizim için çok önemli: Bıçak gibi keskin bir ağrı mı, baskı yapıyormuş gibi sıkışma mı, yoksa yanma tarzında mı?
Bu soruları sormamızın nedeni, göğüs ağrısının kaynağını daha iyi anlamak ve doğru tanıya ulaşmak. Örneğin, kalp krizi genellikle göğsün ortasında, baskı yapan ve sıkıştıran bir ağrı olarak tanımlanır. Bazen bu ağrı çeneye, boyuna veya sol kola yayılır. Özellikle egzersiz yaparken ya da stresliyken bu tip bir ağrı hissediyorsanız, bu durum kalbin yeterince oksijen alamadığını gösterebilir ve bu ciddi bir durum olabilir.

Göğüs Ağrısının Olası Nedenleri

Göğüs ağrısının birçok nedeni olabilir. Bunları birkaç başlık altında inceleyelim:

1. Kalple İlgili Nedenler

  • Koroner Arter Hastalığı ve Miyokard İskemi: Kalbi besleyen damarlarda daralma ya da tıkanma olduğu durumlarda kalp kası yeterince oksijen alamaz ve bu durum ağrıya neden olur. Bu ağrıya "anjina" diyoruz. Genellikle göğsün ortasında baskı, sıkışma veya yanma şeklinde hissedilir. Bazen bu ağrı sol kola, çeneye, boyuna ya da sırta yayılabilir. Özellikle efor sırasında ya da stres altında ortaya çıkıyorsa, bu durum kalbin yeterince oksijen alamadığını gösterir. Dinlenince geçiyorsa bu, genellikle stabil anjina anlamına gelir; fakat eğer dinlenirken de oluyorsa ya da giderek şiddetleniyorsa, bu durum kalp krizinin habercisi olabilir.
  • Miyokard İnfarktüsü (Kalp Krizi): Kalbe kan taşıyan damarların tamamen tıkanması sonucu kalp kasının bir kısmı oksijensiz kalır ve bu da kalp krizine yol açar. Kalp krizi sırasında göğüs ağrısı çok şiddetli olabilir ve genellikle terleme, nefes darlığı, bulantı ve baş dönmesi gibi belirtilerle birlikte olur. Bu durum acil bir tıbbi müdahale gerektirir ve zaman kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak çok önemlidir.
  • Perikardit (Kalp Zarı İltihabı): Kalbi çevreleyen zarın iltihaplanması durumudur. Bu ağrı genellikle göğsün ortasında hissedilir ve derin nefes almakla, öksürmekle veya yatar pozisyona geçmekle artar. Oturup öne eğildiğinizde ise bu ağrının hafiflediğini fark edebilirsiniz. Perikardit, viral enfeksiyonlardan ya da bağışıklık sistemi hastalıklarından kaynaklanabilir.
  • Hipertrofik Kardiyomiyopati (Kalp Kasının Kalınlaşması): Kalp kası kalınlaştığında, kalp kan pompalamakta zorlanabilir. Bu durum, özellikle efor sırasında göğüs ağrısına ve nefes darlığına yol açabilir. Bu hastalık genellikle genç yaşlarda da görülebilir ve dikkatle takip edilmesi gerekir.

2. Büyük Damarlarla İlgili Nedenler

  • Aort Diseksiyonu: Aort, kalpten çıkan en büyük atardamardır ve bu damarın iç tabakasında bir yırtılma olduğunda çok ani ve şiddetli bir ağrı ortaya çıkar. Bu ağrı genellikle bıçak gibi keskin ve göğsün ön kısmından sırta doğru yayılan bir ağrı şeklindedir. Aort diseksiyonu hayati tehlike oluşturur ve acil cerrahi müdahale gerektirir. Bu yüzden bu tip bir ağrı hissettiğinizde zaman kaybetmeden acil servise başvurmanız çok önemlidir.

3. Akciğerle İlgili Nedenler

  • Pulmoner Emboli (Akciğere Pıhtı Atması): Akciğere giden damarların pıhtı ile tıkanması durumudur. Bu durumda göğüs ağrısı ani başlar, nefes darlığı, çarpıntı ve bazen de öksürükle birlikte olabilir. Bu tür bir durumda ağrı, genellikle derin nefes almakla ya da hareketle artar. Pulmoner emboli ciddi ve acil müdahale gerektiren bir durumdur.
  • Pnömoni (Zatürre) ve Plörezi (Akciğer Zarı İltihabı): Akciğer enfeksiyonları ya da akciğer zarının iltihaplanması durumunda da göğüs ağrısı görülebilir. Bu tür ağrılar genellikle bıçak gibi keskin olup nefes almakla ya da öksürmekle artar. Ayrıca bu durumda ateş, öksürük ve balgam gibi belirtiler de olabilir.
  • Pnömotoraks (Akciğerin Sönmesi): Akciğerin bir kısmının hava kaçağı nedeniyle çökmesi durumudur. Bu durum genellikle aniden başlayan, bir tarafta hissedilen keskin bir ağrıya yol açar. Ayrıca nefes darlığı da bu duruma eşlik edebilir. Genellikle travma sonrasında ya da kendiliğinden gelişebilir.

4. Sindirim Sistemi ile İlgili Nedenler

  • Gastroözofageal Reflü Hastalığı (Mide Asidi Kaçması): Midedeki asidin yemek borusuna geri kaçması durumunda göğsünüzde yanma hissi oluşabilir. Bu ağrı yemeklerden sonra ya da uzandığınızda artabilir ve bazen göğüs ağrısı kalp kriziyle karışabilir. Bu yüzden bu tür bir durumla karşılaştığınızda kesin tanı için doktor kontrolü önemlidir.
  • Safra Kesesi ve Pankreas Hastalıkları: Safra kesesinde taş ya da pankreatit (pankreasın iltihaplanması) gibi durumlar da göğüs ağrısına benzer bir ağrı yapabilir. Bu tür ağrılar genellikle yemeklerden sonra, özellikle de yağlı gıdalar tüketildiğinde ortaya çıkar ve karnın sağ üst kısmında hissedilir, bazen de sırta vurabilir.

5. Kas ve İskelet Sistemi ile İlgili Nedenler

  • Kostokondrit (Kaburga Kıkırdağı İltihabı): Kaburgaların göğüs kemiğine bağlandığı yerdeki kıkırdakların iltihaplanması sonucu oluşur. Bu ağrı genellikle hareketle artar ve göğsünüzde bastırdığınızda hassasiyet hissedebilirsiniz. Bu durum genellikle viral enfeksiyonlar ya da fiziksel zorlanmalar sonrasında gelişir.
  • Kas Gerilmeleri: Göğüs kaslarının gerilmesi, özellikle yoğun fiziksel aktivite ya da yanlış duruş nedeniyle olabilir. Bu tür ağrılar genellikle belirli bir hareketle artar ve bölgesel hassasiyet vardır.

6. Psikolojik Nedenler

  • Anksiyete ve Panik Ataklar: Yoğun stres, anksiyete ya da panik atak, göğüs ağrısına neden olabilir. Bu ağrı genellikle kısa süreli olup sıkışma ya da baskı hissi şeklinde tanımlanır ve nefes darlığı, çarpıntı, terleme gibi belirtiler eşlik edebilir. Bu durumlar genellikle ciddi bir fiziksel problemden kaynaklanmaz, ancak yine de ciddiye alınmalı ve tedavi edilmelidir.

Göğüs Ağrısında Tanı Süreci

Göğüs ağrısıyla başvurduğunuzda, öncelikle sizinle detaylı bir görüşme yapıyoruz. Bu görüşmede ağrının nasıl başladığını, ne kadar sürdüğünü, hangi hareketlerle arttığını ya da azaldığını öğrenmeye çalışıyoruz. Ayrıca ağrıya eşlik eden başka belirtileriniz olup olmadığını soruyoruz; örneğin nefes darlığı, çarpıntı, bulantı ya da terleme gibi.

Fizik Muayene sırasında kalbinizi ve akciğerlerinizi dinliyoruz, kan basıncınızı ve nabzınızı ölçüyoruz. Eğer kalple ilgili bir durumdan şüpheleniyorsak, EKG (elektrokardiyografi) çekerek kalbin elektriksel aktivitesini kontrol ediyoruz. EKG, kalp krizi ya da ritim bozukluklarını tespit etmemize yardımcı olur.

Kan testleri ile kalp kasında hasar olup olmadığını kontrol ediyoruz. Bu testlerde özellikle troponin adı verilen bir enzimin seviyesine bakarız, çünkü bu enzim kalp kasında hasar olduğunda yükselir.

Eğer gerekirse, göğüs röntgeni ya da bilgisayarlı tomografi (BT) gibi görüntüleme yöntemlerini kullanarak akciğerlerinizde ya da büyük damarlarınızda bir problem olup olmadığını anlamaya çalışıyoruz.

Tedavi Süreci

Göğüs ağrısının tedavisi, ağrının nedenine bağlı olarak değişir:

  • Kalp Kaynaklı Ağrılar: Eğer ağrı kalple ilgili bir durumdan kaynaklanıyorsa, bu durumda kalbe giden kan akışını artırmak için nitrogliserin veya benzeri ilaçlar kullanıyoruz. Eğer kalp krizi söz konusuysa, acil olarak tıkalı damarı açmak için anjiyoplasti (balonla genişletme) veya stent yerleştirme gibi işlemler yapılması gerekebilir.
  • Reflü veya Sindirim Sistemi Sorunları: Reflü gibi sindirim sistemi kaynaklı bir problem varsa, mide asidini azaltan ilaçlar veriyoruz ve beslenme alışkanlıklarınızı düzenlemenizi öneriyoruz. Özellikle baharatlı, asitli ya da çok yağlı yiyeceklerden kaçınmanız faydalı olabilir.
  • Kas ve İskelet Sistemi Kaynaklı Ağrılar: Eğer ağrı kas veya iskelet sistemine bağlıysa, basit ağrı kesiciler ve kas gevşeticiler kullanıyoruz. Ayrıca bu tür ağrılarda doğru duruş tekniklerini öğrenmek, ağır kaldırmaktan kaçınmak ve gerekirse fizik tedavi almak oldukça faydalıdır.
  • Psikolojik Kaynaklı Ağrılar: Eğer göğüs ağrınızın nedeni stres ya da anksiyeteye bağlıysa, bu durumda rahatlatıcı teknikler, stres yönetimi, gerekirse psikoterapi ve bazen de ilaç tedavisiyle bu durumu kontrol altına almaya çalışıyoruz.

Unutmayın!

Göğüs ağrısı, bazen çok ciddi durumların belirtisi olabilir, bu yüzden asla ihmal edilmemelidir. Eğer göğüs ağrısı yaşıyorsanız, bu durumu ciddiye alın ve mutlaka bir hekime başvurun.  Erken tanı ve uygun tedaviyle bu tür durumları kontrol altına almak ve sağlığınıza kavuşmak mümkündür. Kendinize iyi bakın ve sağlığınızı asla ihmal etmeyin!

 

Sırt ve Boyun Ağrısı


Emre Hocam, Sırtım ve Boynum Ağrıyor

 

Merhaba, bugün size sırt ve boyun ağrıları hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Bu iki bölgedeki ağrılar da oldukça yaygındır ve farklı nedenlerden kaynaklanabilir. O yüzden her iki ağrı türüne ayrı ayrı yaklaşarak, daha anlaşılır bir şekilde neler yapılabileceğini anlatmak istiyorum.

Sırt Ağrısına Yaklaşım

1. Ağrının Hikayesi ve Tanımlanması
Öncelikle sırt ağrınızın nasıl başladığını, ne kadar süredir devam ettiğini ve ağrının tam olarak nerede olduğunu bilmemiz gerekiyor. Ağrı sürekli mi, yoksa sadece belirli hareketlerle mi artıyor? Kaslarınızda bir gerilme mi hissediyorsunuz yoksa daha batıcı bir ağrı mı var? Bu bilgileri anlamamız çok önemli çünkü sırt ağrısının nedenine ulaşmamıza yardımcı oluyor. Örneğin, eğer kas gerilmesinden kaynaklanıyorsa, genellikle hareketle artar ve dinlendiğinizde hafifler.

2. Fizik Muayene ve Görüntüleme Testleri
Sırt ağrısının nedenini daha iyi anlamak için fizik muayene yapıyoruz. Sırt kaslarınızın sertliğine, omurga hareketliliğine ve hassas noktalarınıza bakıyoruz. Eğer ağrı ciddi bir omurga problemi ya da disk hernisine (fıtık) bağlıysa, MR veya BT gibi görüntüleme testleriyle daha detaylı inceleme yapabiliriz. Bu görüntüleme yöntemleri sayesinde omurganızda bir sorun olup olmadığını ya da sinir köklerine baskı yapan bir durum var mı, bunu tespit edebiliyoruz.

3. Sırt Ağrısının Olası Nedenleri
Sırt ağrısının birçok nedeni olabilir. En yaygın nedenlerden bazıları şunlardır:
• Kas-İskelet Sistemi Problemleri: Genellikle ağır kaldırma, yanlış duruş veya aşırı kullanım nedeniyle kasların gerilmesi ya da spazmıdır. Bu tür ağrılar genellikle hareketle artar ve dinlenmekle azalır.
• Disk Hernisi (Fıtık): Omurlar arasındaki disklerin yer değiştirmesi ya da fıtıklaşması sonucu sinirlere baskı yapmasıdır. Bu durumda ağrı, belden yukarıya doğru yayılabilir ve bazen bacaklara da vurabilir.
• Osteoartrit ve Kireçlenme: Omurga eklemlerinde zamanla aşınma ve kireçlenme olabilir. Bu tür ağrılar genellikle sabahları daha şiddetli olur ve gün içinde hareketle rahatlar.
• Visseral Kaynaklı Ağrılar: Bazı iç organ hastalıkları, örneğin böbrek taşları ya da pankreas sorunları sırt bölgesine yansıyan ağrılara neden olabilir.

4. Tedavi ve Yaşam Tarzı Önerileri
Sırt ağrısının tedavisi, ağrının nedenine bağlıdır. Eğer kas gerilmesi gibi basit bir sebepten kaynaklanıyorsa, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar kullanabiliriz. Bunun yanında, sırt kaslarını güçlendirmek ve omurgayı desteklemek için uygun egzersizler çok faydalıdır. Fizik tedavi de bu süreçte oldukça yararlıdır. Eğer sinir basısına neden olan bir fıtık söz konusuysa ve bu durum ciddi rahatsızlık yaratıyorsa, cerrahi müdahale gerekebilir.
Hastalarımıza genellikle düzenli egzersiz yapmalarını, doğru duruş alışkanlıkları kazanmalarını ve fazla kilodan kaçınmalarını öneririz. Sırt sağlığını korumak için doğru duruş ve hareket çok önemlidir.

Boyun Ağrısına Yaklaşım

1. Ağrının Hikayesi ve Tanımlanması
Boyun ağrısı yaşadığınızda, bu ağrının nasıl başladığını ve hangi bölgeyi etkilediğini öğrenmek çok önemli. Ağrı sadece boynun bir tarafında mı, yoksa iki tarafında da mı hissediliyor? Kola ya da omuza yayılan bir ağrı var mı? Bu tür bilgileri almak, boyun ağrısının nedenini belirlemek açısından çok değerli. Ayrıca işiniz gereği uzun süre masa başında mı çalışıyorsunuz? Bu gibi detaylar da boyun ağrısının nedenini anlamamıza yardımcı olabilir.

2. Fizik Muayene ve Görüntüleme Testleri
Boyun ağrısının nedenini anlamak için boyun hareketlerinizi, kaslarınızın sertliğini ve varsa sinir basısı belirtilerini değerlendiririz. Ayrıca, kollarınızdaki güç kaybı ya da uyuşma gibi belirtileri de kontrol ederiz. Eğer boyun fıtığından şüpheleniyorsak, MR veya BT gibi görüntüleme yöntemleri kullanarak boyundaki omurların durumunu inceleriz. Bu sayede sinir köklerine baskı yapan bir durum olup olmadığını daha net görebiliriz.

3. Boyun Ağrısının Olası Nedenleri
• Kas Gerilmeleri: Uzun süre aynı pozisyonda kalma ya da yanlış duruş gibi nedenlerle boyun kaslarında gerilmeler olabilir. Bu durumda boyun bölgesinde ağrı ve sertlik oluşur.
Servikal Disk Hernisi (Boyun Fıtığı): Boyundaki disklerin fıtıklaşarak sinirlere baskı yapması sonucunda, boyundan kola yayılan ağrı, uyuşma ve karıncalanma gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
• Servikal Spondilozis (Boyun Kireçlenmesi): Omurgada meydana gelen kireçlenme boyun hareketlerinde kısıtlılığa ve ağrıya neden olabilir.
• Travma ve Zorlanmalar: Özellikle trafik kazaları gibi ani zorlanmalara (kamçı yaralanması gibi) bağlı olarak boyunda uzun süreli ağrılar gelişebilir.

4. Tedavi ve Yaşam Tarzı Önerileri
Boyun ağrısının tedavisi, ağrının kaynağına göre belirlenir. Eğer kas gerilmesinden kaynaklanan bir ağrı varsa, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar kullanabiliriz. Sıcak-soğuk uygulamaları, masaj ve boyun egzersizleri de kasların gevşemesine ve ağrının azalmasına yardımcı olabilir. Boyun fıtığı durumunda ise ameliyatsız tedavilerle sonuç alınamazsa cerrahi seçenekleri düşünebiliriz.
Hastalarımıza uzun süre aynı pozisyonda kalmamalarını, çalışma ortamlarını ergonomik hale getirmelerini ve düzenli boyun egzersizleri yapmalarını öneririz. Bu basit öneriler, boyun ağrılarının önlenmesinde çok etkili olabilir.

5. Psikolojik Destek ve Hasta Eğitimi
Hem sırt hem de boyun ağrıları uzun süre devam ederse, bu durum psikolojik olarak da sizi etkileyebilir. Kronik ağrı çeken hastalarda depresyon ve kaygı sık görülür. Bu nedenle, sadece fiziksel tedavi değil, gerektiğinde psikolojik destek de almak önemlidir. Psikolog veya psikiyatrist yardımı, ağrıyla baş etmenize ve yaşam kalitenizi artırmanıza yardımcı olabilir.

Unutmayın!
Sırt ve boyun ağrıları yaşam kalitesini oldukça olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle, ağrılarınızı ciddiye almalı ve altta yatan nedenin çözümüne odaklanmalısınız. Sağlıklı duruş alışkanlıkları, düzenli egzersiz ve stresi yönetmek, bu tür ağrıların hem önlenmesi hem de tedavisinde büyük önem taşır. Her sırt ağrısı, her boyun ağrısı aynı değildir ve her birinin farklı bir nedeni olabilir. Şikayetlerinizi doğru bir şekilde anlatmak ve zamanında bir hekime başvurmak, şikayetlerinizin doğru tedavisi için çok önemlidir.

gecerinsight

 

Bilinç Bulanıklılığı


Emre Hocam, Hastam Farklı Davranıyor

 

Merhaba, bugün sizlere konfüzyon ve deliryum gibi kafa karışıklığı durumlarını anlatmak istiyorum. Bu durumlar, genellikle yaşlılar ya da yoğun bakımda yatan hastalar arasında sıkça görülür ve kişiyi çok rahatsız edebilir.

Konfüzyon ve Deliryum Nedir?

Öncelikle konfüzyon ve deliryum nedir, biraz bundan bahsedelim. Konfüzyon, zihinsel işlevlerin bozulması, düşüncelerin karışması ve mantıklı düşünmede zorlanma gibi belirtileri içerir. Kısacası, beyninizin normalden daha farklı çalıştığı, düşünce ve algılarınızın bulanıklaştığı bir durumdur. Deliryum ise daha akut, yani aniden ortaya çıkan bir kafa karışıklığı durumudur. Bu durumlarda kişi, olan biteni anlamakta güçlük çeker, nerede olduğunu ya da zamanı karıştırabilir. Deliryumda kişi, zaman zaman gerçeklikten kopuk olabilir, hatta bazen halüsinasyonlar (olmayan şeyleri görmek veya duymak) bile yaşayabilir. Deliryumun pek çok nedeni olabilir ve genellikle altta yatan ciddi bir hastalığın belirtisidir. Örneğin, ciddi bir enfeksiyon (idrar yolu enfeksiyonu gibi), bazı ilaçların yan etkileri, vücuttaki tuz dengesizliği (elektrolit dengesizliği), karaciğer veya böbrek yetmezliği gibi durumlar deliryuma yol açabilir. Bu nedenle deliryum ciddiye alınması gereken bir durumdur ve hemen tedavi edilmelidir.

 

Birçok hasta veya yakını bu durumu "unutkanlık" veya "yaşlanmanın doğal bir sonucu" olarak düşünebilir. Ancak deliryum, kesinlikle basit bir unutkanlık değildir; genellikle daha ani ve dalgalı bir seyir izler. Bazen hasta bir an tamamen kendinde olabilirken, birkaç dakika sonra neyin ne olduğunu karıştırabilir.

Deliryumun Belirtileri Nelerdir?

Deliryumun bazı tipik belirtileri vardır. En belirgin olanlarından biri, dikkatin dağılmasıdır. Yani, deliryumdaki bir kişi, dikkate odaklanmakta çok zorlanır. Mesela bir konuşmaya odaklanamaz, söylenenleri hatırlamakta güçlük çeker. Bu durum, kişinin çok dalgın olmasına neden olabilir.

Deliryumda bilinç durumu da değişebilir; kişi bazen çok uyanık ve ajite (huzursuz) olurken, bazen de çok durgun ve uykulu olabilir. Bu nedenle deliryumun hiperaktif ve hipoaktif olmak üzere iki ana tipi vardır. Hiperaktif deliryumda kişi, huzursuz, agresif (saldırgan) ve aşırı uyanık olabilir. Hipoaktif deliryumda ise kişi, çok sessiz, tepkisiz ve yavaş olur. Hatta bu tür deliryumlar daha zor fark edilebilir.

Risk Faktörleri

Deliryum için en büyük risk faktörleri, yaşlılık ve bazal kognitif disfonksiyon (zihinsel işlevlerde bozukluk) durumlarıdır. Özellikle 65 yaş üstündeki bireylerde veya demans gibi önceden zihinsel bozukluk yaşayanlarda, deliryum gelişme riski çok daha yüksektir. Bunun yanında, işitme ve görme kaybı gibi duyusal bozukluklar da deliryum riskini artırabilir.

Hastanede kalmak, özellikle yoğun bakımda bulunmak da önemli bir risk faktörüdür. Hastane ortamındaki sürekli değişen ışık ve ses durumu, kişinin uyku düzenini bozar ve kafa karışıklığına yol açabilir. Ayrıca, cerrahi işlemlerden sonra da deliryum görülebilir.

Nasıl Tanı Konulur?

Deliryumun tanısı, genellikle yatak başında yani doktorun doğrudan hastayı değerlendirmesiyle konur. Hastanın dikkat durumu, bilinci, düşünce yapısı ve davranışları incelenir. Deliryum, bazen sessiz olabilir ve bu nedenle fark edilmesi zor olabilir. Bu yüzden hasta yakınlarının da gözlemleri oldukça önemlidir. Hastanın eski haline göre nasıl değişiklikler gösterdiği, belirtilerin ne zaman başladığı gibi bilgiler tanıda çok önemlidir.

Doktorlar, bu durumu anlamak için bazı testler kullanabilirler. Örneğin, "Konfüzyon Değerlendirme Metodu (CAM)" gibi yöntemler, deliryumu değerlendirmek için kullanılır. Bu yöntemlerle, hastanın dikkat durumu, düşünce süreçleri ve bilinç seviyesi değerlendirilir.

Deliryumun Tedavisi Nasıl Yapılır?

Deliryumun tedavisi, altta yatan sebebi bulup onu ortadan kaldırmakla başlar. Örneğin, deliryuma bir enfeksiyon neden oluyorsa, uygun antibiyotik tedavisi uygulanır. Eğer vücuttaki su-tuz dengesizliği gibi bir durum varsa, bu düzeltilir. Ayrıca, hastanın konforunu sağlamak da çok önemlidir. Hastanede kalıyorsanız, tanıdık eşyalar getirip hastane ortamını daha tanıdık hale getirmek bile deliryumun düzelmesine yardımcı olabilir.

Bazı durumlarda, deliryumun belirtileri çok ağır olabilir ve hasta kendisine ya da çevresine zarar verebilir. Bu tür durumlarda, hastayı sakinleştirmek amacıyla düşük dozda bazı ilaçlar kullanılabilir. Ancak bu ilaçlar yalnızca gerektiği zaman ve çok dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır.

Deliryumu Önlemek Mümkün mü?

Deliryumu önlemek, özellikle hastanede yatan hastalar için oldukça önemlidir. Bu, basit önlemlerle sağlanabilir. Örneğin, hastanın uykusunun düzenli olması, odasının uygun aydınlatılması, gözlük veya işitme cihazı gibi duyusal gereksinimlerin karşılanması gibi önlemler deliryum riskini azaltabilir.

Hastanede yatan yaşlı hastaların uyku düzenine dikkat edilmesi, sık sık pozisyon değiştirmesi ve tanıdık kişilerin ziyareti, deliryumu önlemede oldukça etkilidir. Bu gibi basit yöntemler, hastanın kendini daha rahat ve güvende hissetmesine yardımcı olabilir.

Sonuç Olarak

Deliryum, altta yatan ciddi bir hastalığın belirtisi olabileceği için ciddiye alınmalıdır. Eğer hastanızda ya da kendinizde böyle bir durum fark ederseniz, mutlaka bir sağlık profesyoneline başvurun. Bu durum, uygun tedavi ve destekle büyük oranda düzelebilen bir durumdur. Sizi ve sevdiklerinizi rahatsız eden bu gibi durumlarda yalnız olmadığınızı unutmayın; birlikte bu durumun üstesinden gelebiliriz.

 

Ateşli Hasta


Emre Hocam, Ateşler İçinde Yanıyorum

 

Merhaba! Bugün size ateş ve hipertermi hakkında bilgi vermek istiyorum. Ateş, sık karşılaştığımız bir belirti ve birçok farklı nedenden kaynaklanabiliyor. Bu nedenle ateşi doğru bir şekilde anlamak ve değerlendirmek çok önemli. Şimdi adım adım ateşin nasıl oluştuğunu, nedenlerini ve bu duruma nasıl yaklaşmamız gerektiğini anlatacağım.

1. Ateşin Ne Olduğunu Anlamak

Öncelikle ateş nedir? Ateş, vücudumuzun bir savunma mekanizmasıdır. Vücut sıcaklığımız normalde 36.5-37.5°C arasında değişir ve bu sıcaklık hipotalamus denen beyin bölgesi tarafından kontrol edilir. Ateş ise, vücudun bir enfeksiyon ya da başka bir sorunla karşı karşıya kaldığında bu ayar noktasını yükseltmesiyle ortaya çıkar. Yani hipotalamus, vücut sıcaklığımızı daha yüksek bir seviyeye çıkarmaya karar verir. Bu durumda da biz üşürüz, titreriz ve vücut sıcaklığımız artar.

Vücut sıcaklığı genellikle gün içinde değişiklik gösterir. Sabah saatlerinde daha düşükken, akşam saatlerinde biraz daha yüksek olabilir. Normal bir yetişkinin ateşi sabah saatlerinde 37.2°C'yi ve akşam saatlerinde ise 37.7°C'yi geçerse, bu durum ateş olarak değerlendirilir. Ateş, genellikle bir enfeksiyon belirtisidir ve vücudumuzun mikroplarla savaştığını gösterir.

Ateşin Nedenleri

Ateşin birçok farklı nedeni olabilir. Ateşe neden olan durumları birkaç başlık altında toplayabiliriz:

  • Enfeksiyonlar: Ateşin en sık görülen nedeni enfeksiyonlardır. Bakteri, virüs ya da mantar enfeksiyonları vücudumuzda bir savunma reaksiyonu başlatır ve bu da ateşe neden olabilir. Özellikle soğuk algınlığı, grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarında ateş yaygındır.
  • İmmün Yanıt (Bağışıklık Sistemi Aktivasyonu): Vücudumuza giren mikroplar, bağışıklık sistemimizin bazı kimyasallar (sitokinler) üretmesine neden olur. Bu kimyasallar hipotalamusa mesaj gönderir ve hipotalamus da vücut sıcaklığını artırarak mikroplarla daha etkili bir şekilde savaşmayı sağlar.
  • Hipertermi: Hipertermi, vücut sıcaklığının kontrolsüz bir şekilde artmasıdır. Ateşten farklı olarak, burada hipotalamusun ayar noktasında bir değişiklik olmaz. Örneğin, sıcak çarpması sonucu ya da bazı ilaçların yan etkisi olarak vücut aşırı ısınabilir. Bu durum özellikle sıcak havalarda, aşırı efor sarf ettiğimizde ya da vücutta ısı kaybını engelleyen ilaçlar aldığımızda ortaya çıkabilir.
  • İlaçlarla İlişkili Durumlar: Bazı ilaçlar da ateşe ya da hipertermiye neden olabilir. Örneğin, antidepresanlar ya da antipsikotik ilaçlar, vücut ısısını artırabilir. Ayrıca, bazı yasa dışı maddeler (örneğin, kokain veya ecstasy) de hipertermiye yol açabilir.
  • Bağışıklık Sistemi Bozuklukları: Otoimmün hastalıklar ya da bazı iltihaplı durumlar da ateşe neden olabilir. Bağışıklık sistemi kendi dokularına saldırdığında, bu durum vücudun tepki vermesine ve ateşin yükselmesine yol açabilir.

Ateş ve Hiperterminin Belirtileri

Ateşin en belirgin belirtisi, vücut sıcaklığımızın yükselmesidir. Ateşle birlikte genellikle üşüme, titreme, terleme, baş ağrısı, kas ağrıları ve genel bir halsizlik durumu olabilir. Özellikle çocuklarda ateşle birlikte huzursuzluk, iştahsızlık ve bazen de nöbet geçirme riski olabilir.

Hipertermi ise, vücudun aşırı ısınması sonucu oluşur ve genellikle terleme, baş dönmesi, bulantı gibi belirtilerle kendini gösterir. Hipertermi, ateşten farklı olarak, vücudun sıcaklık düzenleme mekanizmasının bozulmasıyla ortaya çıkar ve bu durum oldukça tehlikeli olabilir.

Ateş ve Hipertermide Yapılması Gerekenler

Eğer ateşiniz varsa ya da çocuğunuzda ateş belirtileri görüyorsanız, öncelikle vücut sıcaklığını doğru bir şekilde ölçmek önemlidir. Ateşi ölçmek için genellikle ağızdan, rektal (makattan) ya da kulaktan ölçüm yöntemlerini kullanırız. Koltuk altından yapılan ölçümler ise genellikle daha az güvenilirdir.

Ateşi düşürmek için antipiretik dediğimiz ateş düşürücü ilaçlar kullanabiliriz. Bu ilaçlar, hipotalamustaki ayar noktasını düşürerek vücut sıcaklığının normale dönmesini sağlar. Aspirin, parasetamol ve ibuprofen gibi ilaçlar bu amaçla kullanılır. Ancak özellikle çocuklarda aspirin kullanmak Reye sendromu adı verilen ciddi bir duruma yol açabileceği için, bu durumda parasetamol tercih edilmelidir.

Hipertermi durumunda ise, antipiretikler etkili olmaz. Çünkü hipertermi, vücudun termoregülasyonunun bozulmasından kaynaklanır. Bu durumda vücudu soğutmak çok önemlidir. Soğuk su banyosu, soğutucu battaniyeler ya da serin bir ortamda bulunmak gibi yöntemler kullanılarak vücut sıcaklığı düşürülmeye çalışılır. Eğer hipertermi durumu ciddiyse, bu durumu mutlaka acil bir sağlık kuruluşunda tedavi ettirmek gerekir.

Ateşin Faydaları ve Riskleri

Ateş, vücudun enfeksiyonlara karşı verdiği doğal bir tepkidir ve aslında mikroplarla savaşmak için faydalıdır. Çünkü birçok mikrop, yüksek sıcaklıklarda çoğalamaz ve bağışıklık sistemi de bu sıcaklıkta daha etkili çalışır. Ancak ateş çok yükseldiğinde ya da uzun süre devam ettiğinde, vücuda zarar verebilir. Özellikle 41°C'nin üzerindeki ateş (hiperpireksi) beyin için tehlikeli olabilir ve acil müdahale gerektirir.

Ateşi olan bir kişinin bol sıvı alması, hafif giysiler giymesi ve dinlenmesi önemlidir. Yüksek ateş durumunda ise, mutlaka bir doktora başvurmalısınız. Çünkü bazen ateş, ciddi bir hastalığın belirtisi olabilir ve bu durumda erken tanı hayat kurtarıcı olabilir.

Nedeni Bilinmeyen Ateş (NBA) Nedir ve Nasıl Yaklaşılır?

Nedeni bilinmeyen ateş, isminden de anlaşılacağı gibi, vücut sıcaklığının sürekli olarak yükselmesine rağmen altında yatan nedenin hemen bulunamaması durumudur. Bu durum bazen kafa karıştırıcı olabilir, ama endişelenmeyin, bu konuda birçok test ve yöntemle ateşin nedenini anlamaya çalışıyoruz. Şimdi adım adım bu süreci ve neler yaptığımızı açıklayayım.

Nedeni Bilinmeyen Ateş Nedir?

Nedeni bilinmeyen ateş, vücut sıcaklığının 38.3°C'nin üzerinde olması ve bu durumun üç haftadan uzun sürmesiyle tanımlanır. Yani, yüksek ateşiniz varsa ve bu durum bir süre devam ediyorsa, altta yatan sebebi bulmak için detaylı bir araştırma yapmamız gerekiyor. NBA'nin tanımlanmasında birkaç farklı tür bulunur:

  • Klasik NBA: Genelde evde ya da ayaktan tedavi sırasında veya hastanede yapılan incelemeler sonucu tanı koyulamayan durumları ifade eder.
  • Nozokomiyal NBA (Hastane Kökenli Ateş): Bu tür, hastanede yatarak tedavi gören hastalarda görülen, nedeni hemen anlaşılamayan yüksek ateştir.
  • Nötropenik NBA (Bağışıklık Sistemi Zayıflamış Hastalarda Ateş): Bağışıklık sistemi zayıflamış (örneğin, kemoterapi alan kanser hastaları) hastalarda görülen ve vücut direnci düşükken ortaya çıkan ateştir.
  • HIV ile İlişkili NBA: HIV enfeksiyonu olan hastalarda uzun süren ve nedeni bulunamayan ateş.

Ateşin Olası Nedenleri Nelerdir?

NBA’nin birçok farklı nedeni olabilir ve bu nedenleri birkaç ana başlık altında inceleyebiliriz:

  • Enfeksiyonlar (Mikrobik Hastalıklar): Enfeksiyonlar, NBA'nin en sık karşılaşılan nedenlerinden biridir. Özellikle akciğer dışı tüberküloz (ekstrapulmoner tüberküloz), karın içi apseler (vücutta cerahat toplanması), böbrek apseleri veya bazı virüsler (örneğin, Epstein-Barr virüsü, sitomegalovirüs) bu tür ateşlere neden olabilir.
  • Neoplazmlar (Tümörler ya da Kanserler): Bazı kanser türleri de NBA’ye yol açabilir. Özellikle lenfomalar (lenf bezlerinde gelişen kanserler, örneğin Hodgkin lenfoması), böbrek hücreli kanser veya pankreas kanseri gibi kötü huylu tümörler nedeni bilinmeyen ateşe sebep olabilir.
  • Otoimmün ve İltihaplı Hastalıklar: Vücudun kendi dokularına saldırması sonucu gelişen hastalıklar da (örneğin, lupus, romatizmal ateş, dev hücreli arterit) NBA’ye yol açabilir. Bu tür hastalıklarda bağışıklık sistemi kontrolsüz bir şekilde aktifleşir ve bu da vücutta iltihaplanmaya ve ateşe neden olabilir.
  • Diğer Nedenler: Bazı durumlarda ateşe neden olan durumlar arasında ilaç reaksiyonları (bazı ilaçların yan etkileri), doku hasarları (örneğin, vücuttaki kan pıhtılarının ya da hematomların parçalanması), genetik hastalıklar (örneğin, Ailesel Akdeniz Ateşi) ve bazı metabolik bozukluklar yer alabilir.

Tanı Sürecinde Neler Yapıyoruz?

NBA’yi tanımlamak ve altta yatan nedeni bulmak için oldukça kapsamlı bir değerlendirme yapıyoruz. Öncelikle ayrıntılı bir öykü alıyoruz ve fizik muayene yapıyoruz. Geçmişte geçirdiğiniz hastalıklar, yaptığınız seyahatler, kullandığınız ilaçlar, çevrenizdeki kişilerde benzer belirtilerin olup olmaması gibi birçok detayı öğrenmemiz gerek. Bu bilgiler bize ateşin olası nedeni hakkında ipucu sağlayabilir. Fizik muayenede ise vücuttaki şişlikler, hassas bölgeler veya deri döküntüleri gibi belirtileri değerlendiririz.

Tanı koymada en önemli aşamalardan biri de laboratuvar ve görüntüleme testleridir. Kan tahlilleri, idrar tahlilleri, ESH (eritrosit sedimantasyon hızı - vücutta iltihap olup olmadığını gösteren bir test), CRP (C-reaktif protein - vücutta iltihap olduğunu gösteren başka bir test) gibi kan testleri bu süreçte çok işimize yarar. Ayrıca, kan ve idrar kültürleri ile enfeksiyon olup olmadığını anlamaya çalışırız. Kültür testlerinde vücudunuzdaki mikropları laboratuvar ortamında üretip tanımlamaya çalışıyoruz.

Görüntüleme yöntemleri arasında röntgen, ultrason, BT (bilgisayarlı tomografi) ve MR (manyetik rezonans) kullanabiliriz. Örneğin, akciğer filmi çekerek akciğerlerinizde bir enfeksiyon olup olmadığını kontrol edebiliriz. Bazı durumlarda ise PET taraması (Pozitron Emisyon Tomografisi - vücuttaki iltihaplı ya da anormal dokuları gösterebilen bir test) yaparak ateşin kaynağını bulmaya çalışırız.

Eğer bu testler de yetersiz kalırsa, karaciğer veya kemik iliği biyopsisi (vücuttan küçük bir doku parçası alıp incelemek) gibi daha ileri tanısal yöntemlere başvurabiliriz. Bu biyopsiler, altta yatan gizli enfeksiyonları ya da iltihaplı durumları belirlememize yardımcı olabilir.

Tedavi ve Yaklaşım

NBA’nin tedavisi, altta yatan nedene göre değişir. Eğer bir enfeksiyon tespit edersek, uygun antibiyotik tedavisine başlarız. Eğer ateşin nedeni bağışıklık sisteminin aşırı tepkisi ise, bu durumda steroidler (bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar) veya başka bağışıklık baskılayıcı ilaçlar kullanabiliriz. Örneğin, romatizmal ateş veya Still hastalığı gibi durumlarda steroidler hızlı ve etkili bir şekilde ateşi düşürmeye yardımcı olabilir.

Bazen de ateşin nedeni tam olarak bulunamayabilir ve bu durumda "ampirik tedavi" dediğimiz, olası nedenlere yönelik genel bir tedaviye başvururuz. Ampirik tedavi, spesifik bir neden bulunmasa da ateşe yol açabilecek olasılıklar üzerinde durarak tedavi planlamaktır. Ancak bu tür tedavileri dikkatle ve kontrollü bir şekilde yaparız çünkü gereksiz yere kullanılan antibiyotikler ya da diğer ilaçlar vücudunuza zarar verebilir.

Tedavi sürecinde sabırlı olmak çok önemlidir. Bu süreç bazen uzun ve yorucu olabilir, ama biz bu durumun üstesinden gelebilmeniz için buradayız. Sabır, şefkat ve doğru bir yaklaşım ile bu süreci birlikte yönetebiliriz.

Unutmayın!

Ateş ve hipertermi, vücudumuzun bir uyarı mekanizmasıdır ve altta yatan nedenleri anlamak çok önemlidir. Ateş, genellikle bir enfeksiyon belirtisi olup vücudun savunma sistemini gösterirken, hipertermi vücudun aşırı ısınması sonucu oluşur ve oldukça tehlikeli olabilir. Nedeni bilinmeyen ateş ise, özellikle uzun sürdüğünde oldukça can sıkıcı olabilir. Ancak bu durumun altında yatan nedenleri bulmak ve doğru tedaviyi planlamak için hekime danışmak çok önemli. Ateşiniz varsa, bu vücudunuzun bir sinyali, bir uyarısıdır ve bu sinyali ciddiye almak önemlidir. Erken tanı ve uygun tedavi ile bu tür durumları kontrol altına almak ve sağlığınıza kavuşmak mümkündür.

Eğer böyle bir durumla karşılaşırsanız ya da ateşiniz uzun süre devam ederse, hekiminize danışmanız gerekir.

gecerinsight

Scroll to Top